26 Aralık 2020 Cumartesi

YÜKSEKTEN KORKAN TIRTIL

Ben bir çocuk kitabı yazdım:)
Yazar için her kitap ayrıdır, hepsi özeldir. Ama bu kitap benim için biraz daha özel. Çünkü çocuklarıma korkularından özgürleşmelerini öğretmek için onlara özel kurguladığım bir hikâye.
İkiz oğullarım Enes ve Bera'ya ithafen yazdığım kitabımın adı YÜKSEKTEN KORKAN TIRTIL.
Ve "İthaki Çocuk" etiketiyle artık raflarda. Çocuklarımıza hayal kurmayı, korkularından özgürleşmeyi, cesareti fısıldayacak ve değişimin dönüşümün güzelliğini aşılayacak sıcacık bir hikâye oldu. Biz çok sevdik, Hikâyemiz artık sizin de hikâyenizdir.
Çocuğunuzu/çocuklara verilebilecek en güzel hediye...




TANITIMDAN:

Minik bir tırtıl olan Pırtıl, bir gün kelebeğe dönüşeceği için
çok endişeliydi. Çünkü halinden memnundu ve bir de…
yüksekten çok korkuyordu!
İçinde ona hep, “Ya uçamayıp düşersen? Ya bir yerini incitirsen?
Ya arkadaşlarına rezil olursan?” diyen bir ses vardı. Pırtıl onu tanıyordu: Bu, korkusunun sesiydi… Pırtıl’ınsa artık onu dinlemeye niyeti yoktu! Buna bir son vermenin zamanı gelmişti! Ağacın dalından yukarı, en yukarı tırmanacak ve korkusunu sonsuza dek susturacaktı. Fakat tam o sırada…
İçimizdeki korkuları yenmenin göründüğü kadar zor olmadığını gösteren, etkileyici bir hikâye…

Penguen Kitabevi şubelerinde, D&R mağazalarında
online olarak ise:
Ertesi gün kargo elinizde sipariş için ilknokta sitesinde,
kitapyurdundan sitesinde
ya da kitap satan her yerde bulabilirsiniz.

24 Aralık 2020 Perşembe

Aliye Berger

    Google bugün Resaam Aliye Berger için bir doodle hazırladı. Resim yapmaya başladığım yıllarda adını duyduğum ve hayatını Frida Kahlo'ya benzettiğim Aliye Berger hakkında bir şeyler yazmak istedim.
    Sanatçılar genellikle duygularını dolu dolu yaşarlar ve bir yanlarıyla da çoğu zaman çılgınlardır. Ben şahsen Frida Kahlo ve Aliye Berger'i ressam olmalarının dışında tutkulu âşık halleriyle de birbirlerine benzetirim. 


Peki kimdir Aliye Berger diye kısacık baktığımızda, "Aliye Hanim 24 Aralık 1903'te Şakir Paşa’nın altıncı ve sonuncu çocuğu olarak Büyükada’da dünyaya geliyor. Sadrazam Cevat Paşa’nın yeğeni, yazar Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in ve ressam Fahrünnisa Zeid’in kız kardeşi, seramikçi Füreya Koral ve tiyatro sanatçısı Şirin Devrim ve ressam Nejad Devrim’in teyzesi, ressam Cem Kabaağaç’ın halasıdır" bilgilerine ulaşıyoruz.



    Frida ile benzer yanları resim yapmalarının yani sıra çılgın da birer âşık olmaları demiştim ya, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nde iyi bir eğitim alan Aliye Hanım keman dersleri aldığı Karl Berger'e âşık olur. Ama ne aşk...  Karl ise çapkınlığıyla ünlüdür. Tıpkı Frida'nin sevdiği kendi gibi ressam ve resim öğretmeni olan Diego Rivera gibi. Frida'nın aksine Aliye Hanım bunu kaldıramaz ve ayrılır Karl'dan. Keman derslerini de bırakır. ama kulağına gelen çapkın Karl ile hizmetçisi arasındaki dedikodulara dayanamaz. Frida'nın sessiz savaşı ve durumu kabullenişinin aksine Aliye Hanım sinir krizleri geçirip alır eline silahı ve Karl'ın evine giderek hizmetçisini yaralar.
    O günden itibaren de ilişkileri resmen başlar. Tam 23 yıl beraber yaşarlar ve sonunda evlenirler. Hayat bu ya, evlendiklerinden 6 ay sonra Karl Berger yaşamını kaybeder. Aliye Hanım'ı bu saatten sonra telkin edebilecek tek şey resim olur. Kendisini sanata adar. Türkiye’nin ilk kazıma ve oyma gravür sanatçılarından olarak adını tarihe yazdırır.


1954 yılında Yapı Kredi Bankası'nın yarışmasında Güneş'in Doğuşu tablosu ile 
1. olduktan sonra da ünlenmiştir. Yaşamı boyunca dünyanın çeşitli kentlerinde on iki özel sergi açmış, kırk sekiz karma sergiye katılmıştır. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde dört, Albertina Müzesi’nde de üç yapıtı sergilenmektedir.
 

25 Ekim 2020 Pazar

5.gün kovid tedavisinde kullanılan ilacım geldi

    Nefes almanın ve aynı evde çocuklardan ayrı kalmanın çok zor olduğu bir gün daha başladı. Cuma gündüz ve gece sürekli uyudum. Çocuklar evde, babaları ilgileniyor. Annem yemeklerimizi yapıp asansöre bırakıyor. Bu düzende 5. güne uyandık ki, zil çaldı. Sağlık Bakanlığı'nın kurduğu ekipten bir görevli ilacımı getirdi. Nasıl kullanılacağını anlattı. Evdeki herkesin sağlık durumlarını, evde olup olmadıklarını ve tc 'leri kontrol etti.

    Yoğunluktan dolayı dün yetiştiremedik ilacı, dedi :(

    Bu süreçten ben boş durmamıştım. Hem araştırmalarım hem de seven doktor arkadaşlarım vasıtasıyla bu virüsün kanda pıhtılaşma yaptığını öğrenmiştim. Bu konuyu sormam tembihlenmişti. Konuyla ilgili özel bir sağlık problemim vardı. Onu da söyleyince görevli kan sulandırıcı bir ilaç söyleyip, bunu aile hekimimden istememi söyledi. Cumartesi olmasına rağmen cep telefonu açık olan doktorum yardımcı oldu. Önceden başladığım antibiyotiklere de bitene kadar devam etmem söylendi.

    ÖNEMLİ bir konu daha, önceden evdekilere de eve gelip test yapıyorlarmış. Ama şu an çok yoğun olduğu için kişilerin şikâyeti olursa yapılıyormuş. İstanbul'da testlere yetişemiyorlarmış :(


    PEKİ BEN NASILIM? BİZ NASILIZ?

    *Öksürük peşimi bırakacak gibi, ama tat ve koku hissi bu sabah %100 kayboldu.

    *Çay, ıhlamur, limonata, ekmek, çikolata, ıspanak aynı tat: tatsız. Nötr.

    *Kolonya, sabun, kahve, çocuklarımın hasret kaldığım kokusu aynı, kokusuz. Nötr.

    *Saçlarım oluk oluk dökülüyor. Yüzüm renksiz.

    *Psikolojik olarak yorucu bir gün geçirdim. Çocuklar "Anne n'olur bir kez sarılalım, bir kez öpeyim" diyorlar, gözümün içine bakıyorlar. Onlarla aynı masada oturmadığım için yemek yemek istemiyorlar, zaten iştahsızlar. Ama sağlıkları iyi. Hasret kaldığım için pijamalarından önceki kıyafetlerini kokladım. en azından kokularını alayım dedim. ama ne çare. Burnum belki de en çok işe yarayacağı zamanda koku duyusunu kaybetmişti.

    Odalarının kapısından gözlerim nemli izledim. İyi geceler öpücüğü alamadıkları için mutsuz yatmışlardı. Boyunlarını büküp çıkmışlardı odamdan. uykuda bile mutsuz uyuyorlar. İçim parçalandı.

    Oturup ağladım:( Canımı en çok onların gözümün önünde solması acıtıyor. Yine de çok şükür, şanslıyım ki, hastane sürecimiz olmadı. En azından gözümün önündeler...


    6.GÜN

    Bu hastalık öyle bir hastalık ki iyiyim ya da kötüyüm diyemiyorum. İyiyim diyorum iki saat sonra yatağa düşüyorum. Kötüyüm, ben hiç iyileşemeyeceğim herhalde diyorum üç saat sonra tamamen iyi hissediyorum. iyi de olsam kötü de olsam odamdan çıkmıyorum.


     Bugün Bera geldi, girme odaya dememe rağmen yatağın uç kısmına yattı. Elini yorganın altından uzattı. Böyle el ele tutuşalım bari, dedi. Ben de yorganın üzerinden elini tuttum. Yüzündeki yürek burkan mutluluğu görmeniz lazımdı. 6. günde oğlumla en büyük yakınlaşmamız böyle oldu. Aynı evde çocuklarımı çok özledim.

Covid 19 test sonucunuz: Pozitif

    Cuma sabahı, hastalığın 4. günü, kendimi çok iyi hissederek uyandım. Boşuna yaptırdım testi, stres oldum. Mevsilik bir gripmiş meğer dedim. Nevresimlerimi değiştirdim, evimi silip dezenfekte ettim. Eşim ne çok deterjan kokuyor ev dedi, abartma ben hiç koku almıyorum, dedim. cümle ağzımdan çıkarken içime düştü yine o kurt. Tat ve Koku kaybı demişlerdi. Hemen e nabızdan test sonucuna baktım. kocaman bir POZİTİF yazıyordu. hayatımda hiçbir Pozitif bu kadar negatif duygular uyandırmamıştı bende. telefon elimde olduğum yere oturup ağlamaya başladım. Hani Türk filmlerinde sonuçlar karışır ya, acaba bir karışıklık mı oldu diye bile düşündüm.



    9 aydır evden çalışıp, izole yaşarken, onca dikkat ederken, sosyalleşmemişken, normale asla dönmemişken bu virüse yakalanmış olma ihtimalimi aklım almıyordu. Kabulleniş safhasına çabuk geçtim. Çünkü evde 8 yaşında iki çocuk vardı ve tedirgin gözlerle bana bakıyorlardı. Hemen onlara her şeyi anlattım. Bundan sonra nasıl yaşayacağımızı, bir müddet aynı evde uzak kalacağımızı ve yine evden hiç çıkmamamız gerektiğini anlattım. Çok üzüldüler tabii. Önce bana, sonra da okula gidemeyecek olmalarına...

    Sonuç açıklandıktan iki saat sonra Sağlık Bakanlığı'ndan aradılar:.

    *Süreçten  bahsettiler ve ilaç getireceklerini söylediler. Bu ilaç sadece Sağlık Bakanlığı tarafından verilen ve eczanede satılmayan bir ilaçtı. Evde tedavi uygulayacaktık.

    *Çocuklar ve evde beraber yaşanan ve temas edilen kim varsa test yaptırdığım günden itibaren 14 gün, ben ise 10 gün evde karantinada kalmak mecburiyetindeydik. Aksi halde cezai işlemi vardı. Bununla birlikte telefonuma konuya dair bilgilendirme metni gönderildi. 

    *Yemekleri benim yapmamam ve evde maskesiz dolaşmamam söylendi. Mümkünse evde farklı tuvalet ve lavabo kullanmalıydım. Eğer evde tek banyo lavabo varsa her defasında 1 ölçek çamaşır suyu 10 ölçek su şeklinde buralar dezenfekte edilmeliydi. ortak havlu vs asla olmamalıydı ve temastan kaçınılmalıydı.

    * Öksürürken peçete kullanılmalı, o peçeteler katlanıp iç içe iki ayrı poşete konularak çöpe atılmalıydı.

    İki saat sonra iyiyim, hiçbir şeyim yok diyen ben boğaz ağrısı, kulak ağrısı ve halsizlikle yatağa düşmüştüm. tat ve koku duyusu bir nebze azalmıştı. Ateşim hala yoktu.


KORONA VİRÜSÜ'nden daha fazla kaçamadım. İşte Korona Günlüğüm:

    Ne kadar kaçsam, tedbirli davransam da maalesef kovid19 virüsüne yakalandım. Konuyla ilgili pek çok soru geldi. Hem hikayemi anlatmak hem de tarihe not düşmek adına, 6. günde olduğum bugün hikayemi burada yazmaya karar verdim. Umarım bu bilgilere ihtiyacınız olmaz, sadece meraktan okursunuz...

    19 Ekim, her zamanki gibi yoğun bir pazartesi geçirdim. Yayınevi olarak tedbir kapsamında evden çalışmaya devam ediyoruz. Gündüz her şey yolundaydı. Akşama doğru yoğunluktan sandığım bir baş ağrım gelişti. Gece normal saatte yattım, Henüz sabah olmamış, gün ağarmamıştı ki, boğazımdaki ağrıdan uyuyamadım. dakikaları saydım. mevsimsel grip vücuduma yükleniyor, sabaha hastayım, diye düşündüm. vücudumda kırgınlık, sırt ağrısı ve geçmeyen bir baş ağrısı ile öğlene kadar durabildim. öğlen doktora gitmeye karar verdim. Amacım bir an evvel ilaç alıp iyileşmekti. korona olamazdım. Çünkü neredeyse hiç evden çıkmıyor ve evdeki her şeyi aylardır delirmişçesine yıkayıp, yıkayamadıklarımı domestos ve sirkeli sularla siliyordum.


    Pazartesi ve perşembe günleri çocuklar okula gidiyorlar. Bu sebeple içime kurt düştü. Ya korona virüsüne yakalandıysam ve bunu bilmeden çocukları okula yollarsam? Saate baktım 15.00. Hemen kalkıp  Eyüp Devlet Hastanesi'ne gittim. Acil girişinde Kovid19 için ayrı bir bölüm var. Kayıt yaptırdım, saat 15.30. tahmini muayene saati 19.10 yazıyor elimdeki kâğıtta. Hemen çıktım, iki özel hastaneye ulaştım. test fiyatı birinde 450tl diğerinde 500 tl. Mecbur vereceğim, dedim. Ama biri kandan bakıyoruz sadece ve 72 saate ancak çıkar dedi, diğeri de bugün git yarın sabah gel dedi. Gerçekten! Ve ilaç yazmıyorlar. Kızdım eve gittim. 19.00'da devlet hastanesine geri döndüm. Kolayca burun ve ağızdan kültür aldılar. Sonuç için e nabızdan takip edebileceğimi söylediler. Sonuçlanana kadar kullanmam için de ilaç yazdılar. Bakın burası çok ÖNEMLİ! Çünkü özellerde sonuç çıkmadan asla ilaç vermiyorlar. sonuç çıkana kadar geçen zamanda hastalık iyice ilerliyor ve çektiğiniz acı artıyor. İyi ki devlet hastanesine geldim dedirten bir etken oldu bu.


    2. gün yani çarşamba günü aile hekimi aradı. geçmiş olsun diyerek sonucu takip ettiğini söyledi. O gece kaçta gözüm daldı bilmiyorum ama gece 2'de uyandım ve bir daha asla uyuyamadım. Öksürük teşrif etmişlerdi. böyle bir öksürmek, boğaz yanması hayatımda yaşamadım. Sanki boğazımda açık bir yara var ve her nefes alışımda oksijen yakıyor, yutkunurken acıyordu. Solunum en acı veren olay haline gelmişti. Konuşmak imkansız. 2. cümlede boğazım kuruyor ve öksürük krizine giriyordum. Değil telefon konuşması yapmak evde bile mümkün olmadıkça konuşmadım.

    Perşembe sabah hemen aile hekimimi aradım. Durumu anlattım. Bana gerekli ilaçları yazdı. Sonucu takip ettiğini ve henüz test sonucumun çıkmadığını söyledi. O ilaçlar sayesinde 3. günüm öksürük açısından bir nebze daha iyi geçmekle birlikte komada gibi gece gündüz uyudum. asla geçmek bilmeyen bir boğaz ağrısı, baş ağrısı ve halsizlikle öksürmek ve tuvalet ihtiyacı için uyanıyordum. ertesi sabah test sonucum çıkacaktı. Henüz bundan habersizdim...


31 Mayıs 2020 Pazar

Oruç Aruoba



Türkiye’nin önemli düşünürlerinden Oruç Aruoba bugün 72 yaşında hayata veda etti. 

Tüm sevenlerinin, edebiyat ve felsefe dünyasının başı sağ olsun...
Tanimayan en azindan adini duymayan yoktur ama varsa da tanıtalım, hatırlayalım.
Oruç Aruoba kimdir?


Şair ve yazar bir annenin Muazzez Aruoba'nın yine şair, yazar ve fesleseci oğludur. Akademisyen olarak başladığı kariyerine hakkıyla bu sıfatları da eklemiştir  Oruç Aruoba Aruoba, Hume, Nietzsche, Kant, Wittgenstein, Rainer Maria Rilke, Von Hentig, Paul Celan ve Matsuo Bashō gibi düşünür, yazar ve şairlerin eserlerini Türkçeye kazandırmıştır.



Wittgenstein'ın eserlerini Türkçeye ilk defa Oruç Aruoba çevirmiştir.

Metis yayınlarından yayimlanan Oruc Aruoba'nin;
“Tümceler, Bir Yerlerden Bir Zamanlar, De ki İşte, Yürüme, Hani, Ol/An, Kesik Esin/tiler, Geç Gelen Ağıtlar, Sayıklamalar, Uzak, Yakın, Ne Ki Hiç,İle, Çengelköy Defteri, Zilif, Doğançay'ın Çınarları, Benlik, Meşe Fısıltıları, David Hume'un Bilgi Görüşünde Kesinlik,  Nesnenin Bağlantısallığı  A Short Note on the Selby-Bigge Hume The Hume Kant Read, Tebliğ” eserlerinden bazılarıdır.

Edebiyata büyük katkisi olan değerli bir çevirmendir aynı zamanda.
Bazı öğrencileri tarafından "Türkiye'nin Nietzsche'si" olarak adlandırsa da o Türkiye 'nin Oruç Aruoba'sıydı. Kendi değerimizdi. Nur içinde uyusun
#oruçaruoba 

26 Nisan 2020 Pazar

Korona Marşı, Evde Kal Kitap Oku, Hayat Eve Sığar

Bir tarih yazılıyor ve biz o tarihi görüyor, olanlara şahit oluyor, tarihin içinde yaşıyoruz.
Korona günleri; korku, panik, telaş, tedbir, yeni bir yaşam tarzı, hijyen, karantina.

Evden çalışma, evden eğitim.

Her akşam günlük bilançoyu takip etme, yeni kısıtlayıcı izole hayat karşısında önce zorlanma, akabinde sıkılmakla karışık bir cepte sürecin belirsizliğinden kaynaklı moralsizlik diğer cepte umut yetiştirme derken korktuğumuz başımıza geldi; alıştık sanki...
Ama biliyoruz ki bu musibetten kurtulmanın en kolay ve en ucuz yolu evde kalmak.
Ben bu süreci fırsata çevirdim. Sırası gelmeyen kitaplarımı okuyor, özellikle de dünya klasiklerinden bazı kitaplara geri dönüyor, onları tekrar okuyorum. Ertelediğim işlerimi tamamlıyor, zamansızlıktan izleyemediğim filmleri izliyor, gitme fırsatı bulamadığım müzeleri online olarak geziyor, yine online eğitimlere katılıyor, sanatçıların söyleşi havasındaki canlı yayınlarını takip ediyorum. meditasyon yapıyorum. 

Biliyorum ki, bizi evde kalmak ve bu arada ruhumuzu ve beynimizi besleyen kitap okumak kurtaracak. Yine İYİ ŞEYLER olacak, 
Biz yeter ki evde kalalım...

Sağlıklı günlerde iyi haberler almak, iyi şeyler paylaşmak dileğiyle.

Umutla...

5 Şubat 2020 Çarşamba

İYİ ŞEYLER BİRDENBİRE OLUR

3. kitabım olan İYİ ŞEYLER BİRDENBİRE OLUR

05.02.2020 tarihi itibari ile İthaki Yayın Grubu'ndan Müptela Yayınları etiketiyle, kitap satan her yerde.

İnsanların karşılaşmalarının, tanışıklıklarının birbirleri üzerindeki görevini, birbirlerinin hayatlarını nasıl değiştirdiğini anlatırken, yüreklere umut tohumu serpen ve Oğuz Atay'a selâm eden bu romanı çok seveceğinizi düşünüyorum.

Yolunuza ve ruhunuza ışık olması dileğiyle.

Şimdiden keyifli okumalar...



ARKA KAPAK


İnsan doğru olana yüzünü sürdüğü, ona boyandığı, onunla kuşanıp yürüdüğü zaman bambaşka bir güzelliğe erişiyor. Başımıza ne gelirse gelsin, kimleri kaybetmiş olursak olalım doğru olanı aramaya gücümüz yetmeli. Eğer o güç yüreğimizi sararsa, o gücün elini sıkı sıkı tutarsak yolumuzdaki taşları temizleyen bir rüzgâr biz yola ulaşmadan evvel esip temizler onları. Buna inanmak bile doğruya olan yolculuk için güç veriyor.

Ayşen Bozkuş, İyi Şeyler Birdenbire Olur’daki duru anlatımıyla bize tam da doğrunun ne olduğunu fısıldıyor. Acı tecrübelerin son değil bambaşka güzel başlangıçlar için yol olduğunu gösteren bu roman, hikâyesi ve okura işaret ettikleriyle hayata karşı farklı bir bakış açısı kazanmanızı sağlayacak güçte.

 

Yaşanılanlar aslında hayatın, “Yalnız değilsin. Bak birdenbire karşına çıkan insanlar, hiç hesapta yokken yaşanan olaylar var. Adına tesadüf dediklerin var,” deme şekliydi. Tesadüf ne planlı bir kelimeydi. İçinde hayatımızı değiştiren her şey ve herkes vardı…

1 Ocak 2020 Çarşamba

HAYAL ET, YETER

Hayatıma giren ve hayatımdan çıkan insanların hiçbir zaman tesadüf olmadığını bildiğim gibi, yaşadığım olayların, başıma gelenlerin de rastgele olmadığını, dönüp ardıma baktığımda fark ettim. Olumlu olumsuz her olayı ve konuyu, farkında olarak ya da olmayarak bir şekilde kendimize çekiyorduk.

Mesela adını ilk olarak çocuk yaşlarda Küçükçekmece’de otururken duyduğum Küçükyalı semtiyle çok ilgilenmiştim. İstanbul’un öteki ucundaki, Anadolu yakasında bulunan Küçükyalı ile ilgili, niye o semte bu adın verildiğini soruyor, hayallerimde sahil kenarında küçük küçük yalılardan oluşan bir yer hayal ediyordum.  Ne o civarda bir tanıdığımız vardı. Ne de kimse beni, sırf merakım gitsin diye alıp oraya götürdü. Zamanla unutup gittim. Aradan yıllar geçti. Şu anki eşim Cüneyt ile henüz evli değildik. Kadıköy’de gezerken dayısı telefon açtı ve ona uğramamız gerekiyordu.  “Pasaportunu benim arabada unutmuş, hemen kapıdan verip çıkacağım” dedi. Hiç itiraz etmedim, vaktimiz vardı. Nereye gideceğimizi de hiç sormadım. Zaten Anadolu yakasını o zamanlar pek bilmezdim. Sadece giderken gözüme Küçükyalı tabelası çarptı. Hayatımda ilk kez Küçükyalı’ya gelmiştim. Çocukluk anım canlandı gözümün önünde. Yalılardan oluşan bir yer olmasa da burayı çok sevmiştim. Cüneyt dayısının evine gittiğinde, ben çekineceğimi bahane ederek arabada beklemek istemiştim. Asıl niyetim etrafa bakmaktı.

Ben o gün içimden ‘Biz de evlendiğimizde buralarda otururuz belki’ diye geçirmekle kalmamış, gözüme sahildeki üç katlı bir binanın orta katını kestirip, bu hayalin yüzümü güldürdüğünü fark etmiştim. Sonra da bu halime gülmüştüm. Gülmüştüm, çünkü daire boş bile değildi, tülü perdesi takılı, içinde birinin oturduğu belli bir evdi ve en önemlisi ortada henüz evlenme planımız da yoktu.
Aradan birkaç ay geçti ve biz evlenmeye karar verdik. Haftalarca ev aradık. Kadıköy’den Bostancıya kadar bakmadığımız kiralık daire kalmamıştı. Ya evler çok bakımsızdı ya küçüktü. İki kişi olacağımıza rağmen ben büyük bir ev istiyordum. Sahilde deniz gören bir dairede yaşamak vardı gönlümde ama sahildeki bodrum kat dairelerin bile kiraları çok yüksekti. Düğüne iki ay kalmıştı ve bizim hala tutulmuş bir evimiz yoktu. Bir gün dayısı ev işini ne yaptınız diye Cüneyt'e sorduğunda, o da durumu anlatmış. Dayısı, ben Bursa’da yaşayan kayınvalidem için bir ev tuttum, ev hediyesi olarak da tülünü perdesini de yaptırdım. Ama kadın ben İstanbul’da yaşayamam diyerek gelmekten vazgeçti. Bir de oraya bakın. Kirasını bir yıllık peşin verdiğim için de uyguna geldi. Bu hafta anahtarı ev sahibine geri iade edip, vazgeçtiğimizi söyleyecektim. Önce siz bir bakın, demişti.

Tek başına yaşayacak yaşlı bir kadın için tutulmuş bir evin bizim için uygun olacağına hiç ihtimal vermemiştim. Ama ev aramaktan o kadar sıkılmıştım ki, nerede olduğunu dahi sormadan, hadi bakalım dedim. Küçükyalı sahile geldiğimizde, dayısından anahtarları alacağımızı düşünmüştüm. Dayısının evini geçip karşı çaprazındaki o üç katlı binanın önüne park etti. Ben o günkü hayalimi hatırlayıp, iç geçirerek arabadan indim. Cüneyt benim aksime binaya doğru yürürken “burası” dedi. Önünde durduğumuz halde, şaşkınlıkla tekrar sordum.

-Neresi?
-Bu bina, orta kat.
O an ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerim doldu. Bir an için durduğunu düşündüğüm nefesimi verirken, gülümseyip bulutlara baktım ve teşekkür ettim.
Evi görmeme gerek yoktu.
-Tamam tutuyoruz, ben burada otururum dedim.
Cüneyt güldü.
-Saçmalama, daha evi görmedik, belki bu da diğerleri gibi eski ve küçüktür” dedi.

Ama ben kararımı vermiştim bile. Bu tesadüf değildi. Ben saf ve yoğun bir düşünceyle aylar önce bu evi küçük bir hayalin içinde beğenip kendime çekmiştim zaten. Yine de formaliteden eve baktık. Üç oda bir salon, salonun yere kadar olan camlarından deniz görünen, büyük ve bakımlı, bizim için şahane bir daireydi. Kirası bütçemize göreydi. Tülü perdesi de tam istediğim gibiydi. Ve biz o dairede tam üç sene keyifle, huzurla oturduk...

Peki bu çekim gücünü kurduğumuz hayallerin gerçekleşmesi için niye kullanmıyoruz?
Denemesi bedava ve risksiz. Bizden beklenen sadece hayal etmek ve inanmak.
Denemeye değer...

Ayşen Bozkuş