4 Aralık 2012 Salı

Biz Haber Olduk

Veee ikizlerimiz daha fazla dayanamayarak 03.12.12 tarihinde dünyaya geldiler. En yakın zamanda doğum anımı sizinle paylaşacağım. Ama öncelikle bu mutlu günümüzü haber yapan migmedya ailesine teşekkür etmek istiyorum. migmedya.com alesi İyi ki varsınız...

İşte bu da haberimiz; http://www.migmedya.com/4856-ilgin-ailesinin-mutlu-gunu.html

29 Kasım 2012 Perşembe

Yılbaşı Gelmiş Hoşgelmiş;)

Yeni umutların, yeni hayallerin doğduğu, yeni kararlar alınan yeni bir yıl daha geliyor. Benim bebekler yılbaşından önce geleceği için ve haftalar öncesinden her yer ışıl ışıl süslendiği için ben de dayanamadım ve geçen yaz sanki bir daha yılbaşı gelmeyecekmiş gibi attığım için yılbaşı ağacımı,  süslerimi ve tabi ki olmazsa olmaz hediyelerimi sipariş ettim. Hem hamile olup fazla dışarı çıkamadığım için, hem daha ucuz olduğu, üstelik de eve kargo teslim ettiği için bu yıl alışverişimi internet üzerinden yapmaya karar verdim. Bir çok site gezdim, araştırdım. Güvenilirliğini de daha önce alışveriş yapan bir kaç kişiden test ettikten sonra hemen siparişimi onayladım ve sizinle de paylaşmak istedim. Sabırsızlığımdan hemen paylaşmak istedim. Bu yıl beyaz tercih ettiğim ağacım ve süslerim gelince onların da fotoğraflarını paylaşıcam tabi ki;)  Gerçekten pek orjinal hediye seçenekleri buldum;)





Bu puzzle sizce de çok hoş değil mi? Umarım hediye sahibi de beğenir...
Bu defterlere bittim, başka renkleri de var. Benim gibi yazıp çizmeyi seven arkadaşımın da bu hediyeye bayılacağına eminim;)


Alışveriş yaptığım sitelerin linkleri aşağıda. Belki siz de yararlanmak istersiniz. Sizin de günlük indirim bildirimi gelen siteler haricinde! bildiğiniz, güvendiğiniz siteler varsa paylaşın, hepimiz yararlanalım;)


http://www.ilginchediyelikler.com/index.php

http://www.hediyecaddesi.com/index.php


Yeni yıl iyi ki geldi. 2012 bize çok iyi, çok şanslı geldi, 2013 de öyle olur umarım...

6 Kasım 2012 Salı

Vee Perdeler Açılır


Vee sahnenin perdeleri, oyuncuların alkışları, seyicilerin tüm hepsini özlediği bir yazın ardından devlet ve şehir tiyatroları sahneleri oyun,oyuncu ve seyirci buluşmasını gerçekleştiriyor. Devlet tiyatroları için programı buradan görüp biletleri alabilirsiniz. 

Şehir tiyatrolarının programı da aşağıdaki gibi, müthiş oyunlar var kaçırmayın. Benim ilk hedefim doğum yapmadan son bir oyun izlemek ve bunun Engin Alkan ve Sevinç Erbulak ikilisinin performansının buluştuğu Şark Dişçisi oyunu olmasını istiyorum. Siz de gitmek istediğiniz oyunları ve görüşlerinizi yorum kısmına yazarsanız birbirimize oyun seçiminde yardımcı olabiliriz. Bu yıl da oynayan, geçen yıl izlediğimiz oyunlarla ilgili blogumdaki Tiyatro Dünyası etiketinden de bilgi alabilirsiniz. 

Hadi tiyatro çılgınlığı başlasın, iyi seyirler;))

Biletler İBB Şehir Tiyatroları gişelerinden ve www.ibst.gov.tr web adresinde satış 

Kasım ayında sahnelenecek oyunlar sahneleri ve tarihleri

Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde;
Ateşli Sabır (Postacı) (7-8-9-10-11 Kasım 2012)
Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum (14-15 Kasım 2012),
Sevgili Doktor, (16-17-18 Kasım 2012),
Arka Bahçe (21-22-23-24-25 Kasım 2012),
Doğum Günü Partisi (28-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),
Sokak Kedileri (Çocuk Oyunu(10-11-17-18-24-25 Kasım / 1-2 Aralık 2012).


Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde;
Mutfak Söyleşileri (7-8-9-10-11 Kasım 2012),
Büyünün Gözleri (14-15-16-17-18-21-22-23-24-25 Kasım 2012),
İstanbul Hatırası (28-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),
Boncuk (Çocuk Oyunu(10-11-17-18 Kasım 2012),
Çiçek Prenses (Çocuk Oyunu(24-25 Kasım / 1-2 Aralık 2012).


Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde;
Dar Ayakkabıyla Yaşamak (7-8-9-10-11 Kasım 2012),
Vişne Bahçesi (14-15-16-17-18 Kasım 2012),
Şark Dişçisi (21-22-23-24-25 Kasım 2012),
Lüküs Hayat (28-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),
Şahmeran (Çocuk Oyunu(17-18-24-25 Kasım 2012),
Pinokyo (Çocuk Oyunu(10-11 Kasım / 1-2 Aralık 2012).


Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde;
Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye (7-8-9-10-11 Kasım 2012),
Toros Canavarı (14-15-16-17-18 Kasım 2012),
Doğum Günü Partisi (21-22-23-24-25 Kasım 2012),
Perşembenin Hanımları (28-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),
Pırtlatan Bal (Çocuk Oyunu(10-11-17-18-24-25 Kasım / 1-2 Aralık 2012).


Üsküdar Musahipzade Celâl Sahnesi’nde;
Perşembenin Hanımları (7-8-9-10-11 Kasım 2012),
Kabare (14-15-16-17-18 Kasım 2012),
Dar Ayakkabıyla Yaşamak (21-22-23-24-25 Kasım 2012),
İntiharın Genel Provası (28-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),  
Ali Baba ve Kırk Haramiler (Çocuk Oyunu(10-11-17-24-25 Kasım / 1-2 Aralık 2012)
Cambazhane (Çocuk Oyunu(18 Kasım 2012).


Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde;
Çığ (7-8-9-10-11 Kasım 2012),
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (14-15-16-17-18 Kasım 2012),
Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum (21-22-23-24-25 Kasım 2012),
Yüzleşme (28-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),
Uğurböceği (Çocuk Oyunu(8-9-15-16-22-23-29-30 Kasım 2012),
Karagöz Tatlıcı (Çocuk Oyunu)(10-11-17-18-24-25 Kasım / 1-2 Aralık 2012).

Ümraniye Sahnesi’nde;
Şark Dişçisi (7-8-9-10-11 Kasım 2012), 
Dar Ayakkabıyla Yaşamak (14-15 Kasım 2012),
Mutfak Söyleşileri (16-17-18 Kasım 2012),
Dünyanın Ortasında Bir Yer (21-22-23-24-25 Kasım 2012),
Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye (28-29 Kasım 2012),
Sevgili Doktor (30 Kasım / 1-2 Aralık 2012),
Fareli Köyün Kavalcısı (Çocuk Oyunu(10-11-17-18-24-25 Kasım / 1-2 Aralık 2012).


Kağıthane Küçük Kemal Çocuk Tiyatrosu Sahnesi’nde;
Karagöz Tatlıcı (Çocuk Oyunu(8-9-15-16-22-23-29-30 Kasım 2012).


Gaziosmanpaşa Ferih Egemen Çocuk Tiyatrosu Sahnesi’nde;
Denizkızı (Çocuk Oyunu(8-9-15-16 Kasım 2012),
Cambazhane (Çocuk Oyunu) (10-11-17-18 Kasım 2012),
Üç Kardeş ve Muhteşem Kurt (Çocuk Oyunu) (22-23-24-25-29-30 Kasım / 1-2 Aralık 2012)

5 Kasım 2012 Pazartesi

Bebek Bilgeliği / Gary Ezzo - Robert Bucknam

Hem kitap okumayı seven hem de bebek(ler) bekleyen acemi bir anne adayı olunca bebek bakımı konulu kitaplar okumak kaçınılmaz oluyor.

Kitabı kız kardeşim hediye almış. Rengi, kapağındaki cici bici bebe ve konusu itibariyle insanda hemen okuma isteği oluşturan br kitap doğrusu. Bestseller olup 2 milyon satan kitap bebeklerin aile ihtiyacından başlayıp, beslenme, emzirme, pişik, alt değiştirme, uyku, büyüme, uyanıklık, gaz sorunu, ağlamalar ve çoklu doğum gibi konuları içerip ebeveynlik dersleriyle sonlanıyor. İtiraf etmeliyim ki ilk olarak Çoklu Doğum: Sonsuz Parti başlıklı konuyu okudum;)

Basit bir anlatıma sahip kitabı ben bunları biliyorum zaten modunda okuyorsunuz. Verilen yüzde oranları zaman zaman canınızı sıkıyor, atladığınız bölümler, paragraflar oluyor. Ama bununla beraber uykusuz geceleri ve huysuz bebekleri düzeltme reçeteleri de mevcut. Her konu sonunda da "Değerlendirme Sorları" ile sınanıyorsunuz. Bu tarz kitaplar zaten hiç bilinmeyen bir şeyi söyleyecek değil. Yine de okumak, bilinenleri hatırlamak, başına geleceklere kendini hazırlamak adına okunası bir kitap. Anne adayları, bebeklerini bekledikleri dönemde bu tarz en az bir kitap okuyup bilinçli anne olmalı derim ben.

NOT: İş ve sosyal faaliyetlerin kısıtlandığı, onca boş vaktinizin olduğu hamilelik sürecinde çok kitap okunur diye düşünenlere üzülerek yanıldıklarını söylemeliyim. Tecrübe etmiş biri olarak 'yok, hamileyke  kitap okunmuyor, odaklanılamıyor' diyorum...

30 Eylül 2012 Pazar

SESSİZ ODA/ Lori Schiller

Kitabı komşum, Afet teyze getirdi. Ben çok 
beğendim, bayılarak okudum, sen de okumak istersin belki diyerek bir tabak da çorba eşliğinde getirdi, saolsun. Kesinlikle Afet teyzem açısından pek şanslıyım;) Pek düşünceli ve iyi bir kitaplığı olan, kitaplarını benimle paylaşacak biri.
 
Çok severek okuduğu ve akıcı olsuğunu söylediüi için hiç tereddütsüz hemen başladım okumaya. Basit, gündelik dilde yazıldığı için akıcı bir kitap geldi. Okudukça okudum ama henüz yarılamamıştım ki, artık anlatılanların tekrar düştüğü, beni boğduğu, kapadıktan sonra kitabı pek de açmak istemediğimi farketttim. Hamile olduğumdan dolayı sadece keyifli kitaplar okumak istediğime yorduysam da bitirdikten sonra baktığım okur yorumlarda yalnız olmadığımı gördüm. 

Yazar Lori Schilller isimleri dahi değiştirmeden kendi hayatını anlatmış. Şizofreniye yakalanışı, hastalığın başlangıcı, seyri, tedavisi ve sonuçlanmasını ailesinin ve kendi yaşadıklarını, çevresiyle iletişimini konu almış. Kalın bir kitap olmasına rağmen üzerine düşülmesi gereken konular yüzeysel kalmış, hatta geçiştirilmiş. Kitabın ortasından itibaren hep benzer şeyleri okuduğunuzu düşünüp sayfaları atlayarak gitme isteği uyandırmasına rağmen, bir yerde zirveye ulaşması gerekirken pat diye çok çabuk bitmesi de hayal kırıklığı yarattı.

Şizofreni hakkında bilinmeyen pek çok şey öğrendiğinizi söyleyemiycem. Bu hastalara nasıl davranmamız gerektiği hakkında da bir netlik yok. Tedaviden sonra hatırladıkları kadarıyla yazılmış olması, elektroşok tedavisinin hafızasının belli bir kısmını silmesi ve kişinin yazar olmaması sebebiyle çok da üzerine düşmedim. Ama Lori Schiller bir kitap daha yazsa alır mısın derseniz ne alırım, ne de okurum. Anlayaccağınız altı çizilecek tek bir cümlesi dahi olmayan bir kitapla bir hafta oyalandım. Psikolojik kitapları severim, şizofreniye merakım var derseniz okuyun derim ama birinden bulup da okursanız en azından paranızı ziyan etmezsiniz, bunu da unutmayın...

Ayrıca Martı Yayınevinden çıkan kitaptaki oldukça sık rastlanan dizgi hataları da affedilir cinsten değildi.

Okuma isteğinizi artıracak, tadı damağınızda kalacak keyifli kitapların sizi bulması dileğiyle, iyi okumalar...


11 Eylül 2012 Salı

ATEŞBÖCEĞİ YOLU/Kristin Hannah

Geçen yıldan beri kitaplığımda okunmayı bekleyen Ateşböceği Yolu, beni Kristin Hannah'la tanıştıran bir kitap. New York Times Bestsellerlar arasındaki bu kitabı bunca bekletişim bestsellerlara olan önyargım olsa gerek. Bu tarz kitapları ben ağır kitaplar arasına sıkıştırıp kafamı boşaltmak için okurum genelde. Ama bu dönem hamileliğimden olsa gerek ağır kitapları ruhum, beynim ve kalbim kaldırmıyor. Bu açıdan güzel bir kitap seçmişim kendime.

Gayet akıcı bir dili olan bu kitabı elimden düşüremedim. Sevgi, sadakat, dostluk ve aile kavramları etrafında dokunmuş Ateşböceği Yolu sonsuza dek arkadaş olmaya söz vermiş iki kadının hikayesi. 70'li ve 80'li yılların ışığı altında kariyer ve aile tercihlerini, anne kız ilişkilerini, çatışmalarını, geçiş dönemini, ergenlerin ve annelerin bakış açıları gibi yan konuları da işlerken ortada her zaman bir sevgi ve dostluk var bu kitapta.

Kitabı okurken bazı bölümleri, olayları kendi dostluklarınızla kıyaslayıp, aile bağlarınızı, değer kavramlarını gözden geçirip, geçmişteki benzer pişmanlıklarınızla yüzleşebileceğinizi hatırlatmak isterim.

Ben severek okudum, çok keyif aldım, ama sonuna gelene kadar...
Hamilelik hormonlarımın da katkısıyla hüngür hüngür ağladığımı ve evde dalga konusu olduğumu itiraf etmeliyim;)

Ve altını çizdiğim bazı cümleler;

*Yakın arkadaş olmak işte böyle bir şeydi. Anneniz ya da kızkardeşiniz gibi olurlardı; sizi çok sinirlendirebilir ve kalbinizi kırabilirlerdi ama sonunda, zor zamanlarınızda daima yanıbaşınızda olur, en kötü gününüzde bile sizi güldürmeyi başarırlardı.

*Ev hanımı olan kadınların hayatı böyleydi işte:Bitiş çizgisi olmayan bir yarış pistinde koşmak.

*Bazı şeylerin ne kadar çabuk değiştiğini düşünerek kendi odasına gitti. İnsan kendini bir an için herkesten uzaklaşmış, unutulmuş yaşlı bir Eskimo kadını gibi hissederken bir anda Rainier Dağı'na tırmanıp elindeki bayrağı karlara saplayan biri oluyordu. Bu değişiklik bazen başını döndürüyordu ama dayanmanın tek yolu iyi anların tadını çıkarıp kötü şeylerin üzerinde çok fazla durmamaktı.

*Sanırım en büyük fakirlik yalnızlıktır, diyen Rahibe Terasaydı.



2 Eylül 2012 Pazar

Birken İki Oldum, İkiyken Dört...

Hayatta her zaman yalnızız felsefesine taparcasına inanıp herşeyi yalnız yapmaya, yalnız başarmaya, hep tek başıma ayakta durmaya, tutunmaya çalışırken o çıktı karşıma. Bir de baktım birken iki olmuşum. Çoğu zaman felsefemden vazgeçmiş olmasam da, her zaman elimi tutacak, yanımda olacak, arkamda duracak anne,baba ve kardeşimden başka birinin oluşu tuhaf gelse de, inandırıcılığı zor olsa da bu keyifli buruma alışmam zor olmadı. Hayatta her şey iki kişilikti artık benim için. Tüm planlarım, harcamalarım, alışverişlerim, düşüncelerim ve hayata dair pek çok şey de iki kişilik yer vardı. Bu uzunca bir süre böyle gitti. Artık biz bütünleşmiştik, sağlam, kocaman bi bir kişi olmuştuk. Sonra bir baktık ki, birken iki olan biz iki kişiyken dört oluyoruz. Rabbim uzunca bir süre hayatımızda yer açmak istemediğimiz çocuk isteğini yüreklerimize vermekle kalmamış bunu çift vermişti.

Evet, aynen anladığınız, bir kısmınızın da sosyal medyadan bildiği gibi ben hamileyim, hem de ikizlerime hamileyim;) Eşimle bir ayrıcalık, bir ödül olarak tarif ettiğimiz ikiz anne babası olacağız inşallah...




24. haftaya girerken bunu sizle blogumda paylaşmakta geciktiğimin farkındayım. Hep bir erteleme halinde oldum. Önce inanamadım, sonra korktum bir aksilik çıkmasından ve hevesimin kursağımda kalmasından. Biraz da hülyalara daldım tabi. Artık rüyadaydım çünkü, çok mutluydum. Eşimin kardeşlerinin ikiz olması, benim de dedemin ikiz olması vesilesiyle bir piyango vurmuştu ki bize, ne piyango, ayaklarım yerlerden kesildi;) Ondandır kitaplarımı ve blogumu biraz ilgisiz bırakmam. Neyse ki artık blogumu ihmal etmeme kararı aldım. Bundan sonra kitaplar, fazla gidemeyecek olsam da oyunlar hakkında yazacağım gibi sizi pek de sıkmadan gelişmelerden haberdar ederim tabi ki, malum ikizler erken doğdukları için (genelde 34.haftadan sonra her an gelebiliyorlar) zaten doğumdan önce pek de fazla vaktim kalmadı.

Dijital ortamda olmasa da çocuklarım için bir günlük tuttum tabi ki. Defter kalem aşkı olan bir anneden başka türlüsü beklenemezdi heralde;) onlar için güzel bir hatıra olacağına inanıyorum. Buarada iki tane oğlum olacak inşallah. Bu haberi hem sizinle paylaşmak hem de blogumda artık hep hayatımda olacak iki küçük adam için yer ayırmak istedim. Nazar ve sabır dualarınızı varsa tavsiyelerinizi bekliyorum;) Şu an işin sessiz ve heyecanlı olan bekleyiş, hazırlık kısmındayım. Umarım doğumdan sonra buradan çığlıklarım duyulmaz:)

Şimdi düşünüyoruz da biz çocuk kararı vermek için gecikmişiz. Daha şimdiden, miniklerim henüz karnımda kıpırdanıp tekmeler atarken çok başka bir şeymiş diyebiliyorum ... Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah...

Keyifli, huzurlu haftasonları...





30 Temmuz 2012 Pazartesi

Küçük Mucizeler Dükkanı/ Debbie Macomber

Zaman zaman kafasını boşaltmak ister insan. Okudukları da yormasın, çok düşündürmesin, sadece keyifli zaman geçirmeye yardımcı olsun, akıcı olsun ister. Böyle zamanlarda bestseller güvenilir kaynaklardır çoğu zaman. Ben de bir kaç hafta önce sahafları karıştırırken rastladım Küçük Mucizeler Dükkanı'na. İhsan Oktay Anar - Suskunlar ve Orhan Pamuk- Yeni Hayat'la beraber çerez niyetine bu kapağını çok sevimli bulduğum ve adını çok duyduğum kitabı alıverdim. İyi de yapmışım...

Kanseri iki kez yenmiş birinin hayata yeniden inanarak tutunması ve örgü vasıtasıyla sosyalleşip birbirinden apayrı kişilerin bir araya gelmesi ve hayatlarının tek bir ilmekle nasıl değiştiğini hikaye eden bu kitap çok akıcı. Olayların nereden nereye geldiğini düşünmek, umut etmek ve iyimser bir havada çok seri akan bu kitabı kapatmak pek keyifli bir okuma süreciydi benim için. Bu ara pek fazla okuyamıyor olmama ve kalın bir kitap olmasına rağmen balkondaki sandelyemde sadece bir kaç günde bitti. Sayfaları en seri çevrilen eserlerden biri diyebilirim.

İçinde umut var, aşk var, dostluk var, aile ilişkileri var, hayal var, tecrübe var, ders almak var, değişik karakterler ve haklı haksız olmasına bakmaksızın onları anlamak var, hoş görü var ve pek çok da hayat hikayesi var. Bu romanın kurgusunu da sevdim, güttüğü amacı da, gerçek bir hayat hikayesinden başlamış olmasını da. Açıkçası serinin diğeri kitaplarını da merak etmiyor değilim. Listenize almalı ve okuduğunuz ağır kitaplar arasındaki geçişlerde ona yer vermelisiniz derim...

Keyifli okumalar...

27 Temmuz 2012 Cuma

Can Yayınları ve D&R Kampanyası

Can Yayınları geçen yılki, 4 tl'lik kitaplar kampanyasına ilgi olunca bu yıl listesini hayli genişleterek pek çok kitabı D&R'larda 5 tl'ye satışa çıkardı. Temmuz başında başlayan kampanyayı twitter, facebook ve instagram'dan pek çok kez duymama rağmen ancak gidip karıştırma fırsatım oldu.

Ümraniye'deki Meydan AVM bünyesindeki D&R, alışveriş yapmayı sevdiğim, çalışanları güler yüzlü ve yardımsever olduğu ve evime yakın bir şube olduğundan onu tercih ettim. Pek çok şubede kitaplar seçilmiş olup az çeşit kaldığından yakınılsa da ben Meydan'daki şubede beklediğimden çok çeşitle karşılaştım. Almam gereken dvd, cd ve dergiler de olduğundan her ne kadar sadece dört kitap alabilmiş olsam da mutluyum;) Şansım yaver gider de istediklerimi bulabilirsem bu hafta da gidip kitapları karıştırmayı düşünüyorum. Aralarında adı çok duyulan, iyi reklamı yapılan 30tl gibi fiyatlara satılan kitaplar da var, zaten 7-10 tl olan satmayıp ellerinde kalmış kitaplar da. şiir de var, öykü de, roman da.Vakit ayırıp biraz karıştırmak lazım...

Henüz gitmeyenler için kampanya bitmeden bir bakın derim, keyifli alışverişler...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

HAYVAN ÇİFTLİĞİ / George Orwell

Şahane kitap 1984'ün yazarından bir şahane kitap daha Hayvan Çiftliği. Kendi tabiriyle "bir peri masalı" Masal ki ne masal. Gayet masum bir hikaye gibi görünse de hiç bir spoiler içermese de geçmişten günümüze siyasi olaylar, tutumlar, insan davranışları ve yönetimle ilgili öyle çok örnekle bağdaştıracaksınız. Ne yazık ki karşılığında öyle çok şaşıp kalacak, ben bunu daha önce nasıl fark etmedim, üzeri nasıl da kapatılmış ya da insan psikolojisi işte, sürü psikolojisi böyleymiş demek ki diyerek, kimi zaman sürüden biri olarak, kimi zaman dışarıdan izleyen olarak okuyacaksınız Hayvan Çiftliği'ni. Bunca şeyi düşünürken de okuduğunuz sayfaların çevrilme hızına ve bir an evvel kapağı kapanıp da biten kitabınızın okunma hızı da, Orwell'in gözlem gücü, okunma kolaylığı da etkileyecek sizi. Ben bu kitabı okuduktan sonra kendimi, bu eserle tanışmak için geç kalmış buldum. Haydi keşke sadece masallarda olsa denen bu kitabı daha fazla gecikmeden siz de okuyun...

Ben 152 sayfalık yer yer resimlendirilmiş bu kitabı havuz başında hemen bitiriverdim. Resimleri incelemek pek keyifliydi. Ama Can Yayınları'na bu konuda bir eleştirim olacak. Resimler nedense bir kaç sayfa gecikmeli eklenmişti. Böyle değerli bir yayın evi ve böyle değerli bir kitap, olmaması gereken bir ayrıntı bence...

İyi okumalar, aman kitapsız kalmayın;)

*Bu kitabı 26 Haziran'da okumuşum, ama yazmak için yeni fırsatım oldu. Bu ara blogu biraz ihmal ettim farkındayım, ama bahanem büyük, hatta iki tane;) o da başka bir post konusu, yakında;))

8 Temmuz 2012 Pazar

Facebook Internet Explorer 9 ile Çok Daha İyi

Internet Explorer 9, hem temiz ve sade arayüzü ile en sevdiğiniz web sitelerinin içeriklerini ön plana çıkarıyor, hem de gelişmiş güvenlik özellikleri sayesinde web’de kişisel bilgilerinizin gizliliğini ve bilgisayarınızın güvenliğini koruyor. Windows 7 için özel olarak geliştirilmiş olan IE9’un bir diğer avantajı da, tek tıkla ulaşabilmeniz için sık kullandığınız siteleri PC’nizin görev çubuğuna taşıması.

Internet Explorer 9’un site sabitleme özelliğinden faydalanmak için tek yapmanız gereken, sabitlemek istediğiniz site açıkken adres çubuğunda yer alan site logosunu ya da açık olan sekmeyi Windows 7 görev çubuğuna sürüklemek. Bunu yaptığınızda siteyi, öncesinde tarayıcıyı bile açmaya gerek kalmadan, tek tıkla erişilebilecek şekilde masaüstünüze taşımış oluyorsunuz.

Internet Explorer 9’un sabitleme özelliği sayesinde, Facebook’u da çok daha etkin şekilde kullanmanız mümkün. Internet Explorer’ın Facebook’a özel sıçrama listesi sayesinde hem tarayıcınızı bile açmadan Facebook’un farklı bölümlerine anında tek tıkla ulaşabiliyor, hem de Facebook’taki yeni bildirimlerinizden anında haberdar olabiliyorsunuz. Internet Explorer 9’un Facebook sabitleme özelliğinden faydalanabilmek için, IE9 adres çubuğundaki Facebook ikonunu veya Facebook sekmesini tutup Windows 7 görev çubuğuna sürüklemeniz ve buraya bırakmanız yeterli.

Hemen Internet Explorer 9'u yükleyip ayrıcalıklarını yaşamak için tıklayın!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

6 Temmuz 2012 Cuma

TOM, DICK VE HARRY / Ak'la Kara Tiyatrosu

Çarşamba öyle bir oyun izledik ki, hemen en beğendiğim, en çok eğlendiğim ve etrafımdakilere ısrarla izlemelerini tavsiye ettiğim oyunlar listesinde baş sıralardan birine oturuverdi.

Oyun adını Tom, Dick ve Harry olan karakter olarak birbirlerine hiç benzemeyen üç kardeşten alıyor. Ray-Michael Coony imzalı senaryo zaten müthiş. Oyuna dahil olan dekor ve kostümler yerli yerinde. Oyunculuklar ise tek tek ve bir arada olmak üzere şa-ha-neydi. Bir saniye olsun performansları düşmedi. Biz oyunu bölüp alkışlamaktan, gülmekten yorulduk ama onlar hiç bozmadılar. Hepsinin oyunculuklarına hayran kaldık. Oyun ilk dakikadan itibaren bizi içine hapsetti, 10 dakikalık arada bile kopmak mümkün olmadı, o derece güzel ve başarılıydı.

Konusuna gelince; Tom ve Linda evliliklerinde bir çocuk eksikliği hissedip, evlat edinme ajansına başvurmuşlar. O güne kadar tüm aşamalardan geçmişler. Son olarak evlat edinme ajansından bir müdür evlerinin ve kişilerinin hayatının bir çocuğun yaşaması için uygun olup olmadığı raporunu vermek için evlerine gelecektir ki, oyun da tam o günle başlar. İyi bir semtte, güzel bir evde oturan çiftimiz oturdukları evi satın almak için ev sahibine bir çok fiyat teklifinde bulundularsa da, değeri çok daha yüksek olduğundan geri çevrilmiştir. Tom da evin üst katını illegal işlerden pek hoşlanan avare küçük kardeşi Dick'e kiraya vermiştir, arada bir saf olan ve bir hastanenin morgunda çalışan büyük kardeş Harry de eve uğramaktadır. Bu iki kardeşin de evde olmamasını istedikleri, rica ettikleri o gün aksilik bu ya Dick gümrükten kaçak sigara ve alkol getirirken gizlice karavanına binen kaçak göçmenleri eve saklar. Yetmezmiş gibi abi Harry de çiftimize iyilik yapmak amacıyla oturdukları evin değerini düşürmek için bahçeye kadavra parçaları gömmeyi planlamakla kalmamış hemen uygulamaya geçmiştir. Kaçak göçmenlerin eve girdiğini gören bir polisin ve bir mafya patronunun da olaya dahil olmasıyla işler iyice komik bir hal aldı. Üstelik Linda'ya bir şey çaktırmadan işleri idare etmeye çalışan Tom'un uydurduğu hikayeler, bahaneler müthiş renk katmakla beraber görülmeye değerdi. Sonunda müdür çıldırmışçasına ve tabi ki olumsuz bir görüşle evi terk ederken çiftimizi ve izleyicileri de güzel bir sürpriz karşılar...


Biz bu oyunu çok çok çok beğendik. Eğer bir oyun izleyecekseniz ilk tercihlerinizden biri olmalı derim. Ak'la Kara Tiyatrosu'nun bu oyununu yeni sezonda Kadıköy'deki sahnelerinde izleyebilirsiniz. Program ve detaylı bilgi için kendilerine buradan da ulaşabilirsiniz. Emin olun iyi ki gittik, ne müthiş oyundu diyerek salondan ayrılacak hatta belki buraya yorum bırakacaksınız;) Şimdiden iyi seyirler...

Oyuncular: Ece Uslu, Savaş Özdural, Kerem Kobanbay, Hakan Altuntaş, Nazan Diper, Gazanfer Ündüz, Mustafa Dinç, Beril Senvarol, Taylan Atlıhan
Oyun 2 perde 120 dakikalık bir komedi, +10 yaş sınırı mevcut

5 Temmuz 2012 Perşembe

KARMAN ÇORMAN / İstanbul Kumpanyası Tiyatro Ekibi

3 Temmuz Salı günü, programdan araştırdığım üzere Kadıköy Belediyesi'nin düzenlediği Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda o gün oynayacak olan Karman Çorman oyununu izlemeye gittik. İstanbul Kumpanyası oyuncularının bu komedi oyunu için işimiz erken bittiği için yaklaşık 1,5 saat öncesinden gittik parka. (Tabi ki o kadar erken gitmenize gerek yok, biz sırada fazla önlerdeydik;) Eşimle kitaplarımızı, içeceklerimizi ve hatta evden hazırladığım meyvelerimizi alıp sıraya girdik. Malum önceden antremanlıyız, koyu renk ve rahat kıyafetler giydiğimiz için sıramıza denk gelen yerde bağdaş kurup oturduk, başladık beklemeye. Bir kısmı oyunu önceden araştırmış, bir kısmı da adını bile duymadan sırf oyun izlemek için gelenlerle sohbet edip, bilgi alışverişinde bulunduk. Kitaplarımıza yeterince zaman ayıramadan 21.00'deki oyun için 20.30'da kapılar açıldı ve içeri girip, beğendiğimiz bir yere oturduk. Heyecanla başladık beklemeye...

Vee oyun başladı. İlk 10 dakika oyuna adapte olmaya çalışırken, sonrasında büyülenmiş gibi odaklanıp oyuna dahil olmaya başladık. Kahkahalar havaalrda uçuşurken merak ve şaşkınlık hep zindeydi. Zaman zaman bu nasıl karışık bir olay örgüsüdür, bitmedi mi sürprizler, yazan bunu nasıl ve hangi kafayla düşünmüş de yazmıştır, vallahi bravo demekten kendimizi alamadık; işler o kadar karman çorman oldu yani;)) hatta  Türk Dil Kıurumu bu oyunu izlese, bu tabirin bu oyunu karşılayamadığına kanaat getirip yeni bir terim bulurdu o kadar yani;)

Performanslar, müzik, karakterler, senaryo hepsi müthişti. Çok eğlendik...

Oyun broşür tanıtımına gelince; öncelikle 2 perde 135 d'lık bir oyun, +10 yaş sınırı var.

Oyunun Orjinal adı : Oscar
Yazan: Claude Magnier
Yöneten ve Çeviren: Tarık Şerbetçioğlu
Oyuncular : Ömer Gecü, M.Baran Erdoğan, Hazal Kalfa, Gizem İnceoğlu, Güliz Portakaloğlu, İpek Sindeliışık, Tuncay Vicnelioğlu, Ali Yiğit San, Gökhan Alkan, Yağmur Tutku Sicimali

Konusu:  Mümtaz İşbilir varlıklı bir iş adamıdır. Bir gün sabahın köründe yanında çalışan Fethi maaşına zam istemek için gelir. Çünkü zengin bir kızı babasından isteyecektir. "Şu an kazandığım para evleneceğim kızı mutlu etmeye yetmez" der. Oysa istediği kız Mümtaz Bey'in kızıdır ve....Tipik bir Vodvil örneği olan oyunumuzda işler öyle bir karışır ki adeta karman çorman olur...

Yeni sezonda bu oyunu izlemek isterseniz 0216 473 43 68 numaralı İstanbul Kumpanyası'nın kendi telefonundan programları hakkında bilgi alabilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Veee Beklenen Tiyatro Festivali Başladı

Tiyatro tutkumu yakından takip edenler bilir. Kitaplar kadar değerlidir benim için satırlarda yazanların sahnede vücuda bürünüp, müzik ve kostümle canlanması. Bu yıl şehir ve devlet tiyatrolarında maalesef pek az oyun izleyebildim. Yazın gelmesiyle de tatile giren tiyatroların izleyicisini Bu yıl 10. kez Kadıköy Belediyesi yine güldürdü. Biliyorum 30 Haziran'da başlayab bu etkinlik haberini vermekte biraz geciktim ama bir pc krizi yaşanıyordu ki sormayın gitsin. Kaçırdığınız oyunlar için affınıza sığınarak, hemen 18 Temmuz'a kadar her akşam saat 21.00'de "Açık havada - Ücretsiz" izleyebileceklerinizden bahsetmek istiyorum...

Kadıköy Belediyesi her yıl yaz aylarında Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda bir tiyatro festivali düzenliyor. Bu yıl 10.su düzenlenecek olan festivalde geçen yıl ki gibi tam 19 oyun sergilenecek. (Geçen yıla kadar 15 oyundu, artan talebe karşılık belediye başkanı sözünü tutarak bu sayıyı artırdı. Geçen yıl 20 oyun izledik, bu yıl Ramazana denk gelmese bir ay boyunca olacaktı) 

Parkın içindeki anfi tiyatroda siz birbirinden güzel oyunları ücretsiz olarak yıldızların altında sahilden gelen esinti eşliğinde izlerken üzerinizden martılar geçebiliyor. Gayet keyifli bir yaz akşamı geçiriyorsunuz. Bunun için tek yapmanız gereken yaklaşık bir saat önceden gelip sıraya girmeniz. Normal değeri kişi başı 40-50tl olan oyunları ücretsiz izlemek için bence değer. Üstelik bilmeyenler için söylüyorum Selamiçeşme Parkı içinde havuzu, heykelleri, restaurant kafesi olan yeşillik, ağaçlık içinde büyükçe bir park. Biz genelde kitaplarımızı elimize alıp çimlerde ya da banklarda oturup kitap okuyarak oyun saatini bekliyoruz ki oldukça keyifli oluyor...

Ben yarın da dahil olmak üzere bu hafta 3 gün orada olmayı planlıyorum. İzlediğim oyunların yorumlarını buradan sizlerle paylaşacağım. Ama gelip orada bize eşlik etmek isterseniz sevinirim;) twitter üzerinden haberleşebiliriz;) Bu arada yanınızda getireceğiniz, davet edeceğiniz kişiler için yaş sınırına uymanızı tavsiye ederim. Şimdiden iyi seyirler, iyi haftalar...

Programsa şöyle;

30 Haziran Cumartesi,  Ali Poyazoğlu Tiyatrosu- Beni Unutma
01 Temmuz Pazar, Tuncay Özinel Tiyatrosu- Ben Büyüyünce İnsan Olucam
02 Temmuz Pazartesi, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu- Şıpsevdi
03 Temmuz Salı, İstanbul Kumpanyası- Karman Çorman
04 Temmuz Çarşamba, Ak’la Kara- Tom, Dick ve Harry
05 Temmuz Perşembe, Metin Zakoğlu Tiyatrosu- Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz
06 Temmuz Cuma, Ali Erdoğan/ Kabare Dev Aynası- Şakayla Söyler Haldun Taner
07 Temmuz Cumartesi, Tiyatro Kedi- Kamelyalı Kadın
08 Temmuz Pazar, İstanbul Meydan Sahnesi, Benimle Delirir misin?
09 Temmuz Pazartesi, Duru Tiyatro- Tatlı Çarşamba
10 Temmuz Salı, İstanbul Komedi Oyuncuları- Aşka Olan Meyilim Senin Yüzünden
11 Temmuz Çarşamba, Tiyatrokare- Onca Yoksulluk Varken
12 Temmuz Perşembe, Nazım Oyuncuları- Barış… Barış… Barış,
13 Temmuz Cuma, Tiyatro Şenay- Kim Kime Dum Duma
14 Temmuz Cumartesi, Süheyl Behzat Uygur Tiyatrosu- Benimle Oynar mısın?
15 Temmuz Pazar, İstanbul Halk Tiyatrosu- Paçi Bir Karadeniz Komedisi
16Temmuz Pazartesi, Dostlar Tiyatrosu- Nereye Gidiyoruz?
17 Temmuz Salı, Sadri Alışık Tiyatrosu- Sonbaharı Beklerken
18 Temmuz Çarşamba, Volkan Severcan Tiyatrosu- Canlı Yayın

*Oyun içerikleri, oyuncular için daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

25 Haziran 2012 Pazartesi

Sen Dünyaya Gelmeden/ Margaret Mazzantini


Aylar önce Ayfer Tunç'un Kapak Kızı kitabının arasında bir kitap tanıtım broşürü görmüştüm. Lafı fazla uzatmadan, abartmadan sadece kitabın çarpıcı ön kapak fotoğrafından oluşan bir broşür. Renklerin uyumuna, anlatmak istediği anlamların yüküne vurulmuş, yazarı hiç tanımamama hatta duymamama rağmen bu kitabı almalıyım demiştim. 
İtalyan yazarın son eseri olan, bu ciltli kitabının 35 tl olması sebebiyle, alınacaklar listesinde zaman içinde arka sıralarda kaldı maalesef, ta ki sahaf arkadaşım Ayça bu kitabı bulana dek;)

Sen Dünyaya Gelmeden her yıl İtalya'da verile saygın bir ödül olan 2009 Campiello Ödül'ne sahip. Çıktığı yıl İtalya'da 500.000 satmış ve 15 dile çevrilmiş.

Kitapta büyük bir aşk var, savaş var, annelikten mahrum kalmış İtalyan bir kadının-Gemma- bunu öğrendikten sonra kendine ve hayata mutluluğu yasaklamış gibi davranması var. İnsan doğasındaki en güçlü duygu diye tanımlanan evlat sahibi olma dürtüsünün şiddetiyle legal, illegal, mantıklı, mantık dışı her yola başvurması, her ne pahasına olursa olsun aşkı Diego'dan, ona benzeyen bir çocuğa sahip olmak amacıyla çırpınırken batmaları, kendilerini sırf bu sebeple Saraybosna savaşının tam ortasında buluşları ve birbirlerini, aşklarını sırf tercihler yapmak zorunda olmalarından dolayı manen kaybedişleri, direnişleri, acılarıyla başa çıkışları ve yenilişleri var her sayfada. Dostluk, aile, tutku, itiraflar, insanın kendisiyle yüzleşmesi, vicdan, savaş acısı, kusurlu bir aşk, anılardan kaçamayış, bir yalanla yaşamak zorunda kalmak, istemsiz bir kabulleniş ve bunların etkisinden kurtulamayan insanlar, masum bir çocuk, sırf Gemma'nın çocuk sahibi olma isteğinin etrafında bir araya geliyor.

Daha detaylı konuya her yerden ulaşabilirsiniz, tadını kaçırmamak adına konudan ve detaylardan pek bahsetmediğimi bilirsiniz. Ben bir okur olarak bende bıraktığı izlenimden bahsetmek istiyorum. Açıkçası çok sağlam bir hikaye. Bunu ben yazmalıydım dedirtti doğrusu, gerçi Gemma'nın bu kadar ileri gidebileceğini hayal edemezdim doğrusu. Ancak zaman zaman kitabı elimden bırakamasam da tam aksine elime almak istemediğim zamanlar oldu. Bazı bölümler, özellikle de geri dönüşler ve zihin akışları çok gereksiz uzatılmış. Ya da hamile oluşumdan dolayı ben öyle hissettim bilemiyorum. Yine de fazlalıklarından kurtulup 596 sayfalık bu kitap 300 sayfada toplansa muhteşem olurdu demeden edemeyeceğim. Bir de Doğan Kitap'a editörlük adına bir çift lafım olacak. Yazım hataları ve az da olsa anlam kaymalarını bu büyük kitap evine yakıştıramadım doğrusu. 

Kitabı genel olarak sevdim, zaten kapağı ve konusu oldukça ilgimi çekti. Bu hikayeden haberiniz olmalı derim...

İyi okumalar, iyi haftalar...

22 Haziran 2012 Cuma

Burn: Şehrin Enerjisi!

Burn’ün sunduğu www.sehrinenerjisi.com’da kullanıcı İstanbul’un farklı bölgelerini temsil eden sesleri, Doğuş Çabakçor ile Ozan Çolakoğlu’nun müziğiyle mix’leyip özgün şarkısını yaratabiliyor. Polis sireni, adalardan fayton sesi, metro gişesi, dolmuşçu, vapur sesi gibi bir çok sesin İstanbul haritası üzerinde temsil edildiği uygulamada, kullanıcı istediği sesleri müziğinin bir parçası haline getirebiliyor.  Kullanıcı dilerse mikrofon aracılığı ile kendi istediği sesleri de İstanbul haritası üzerine ekleyip özgün şarkısının içerisine dahil edebiliyor.

İstanbul’un seslerinden güzel bir mix yapmak isterseniz: www.sehrinenerjisi.com   
Facebook: https://www.facebook.com/BurnTurkiye 
Twitter: https://twitter.com/#!/burn_tr

Burn Bir bumads advertorial içeriğidir.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Ayşe Kulin / Hayat

Ayşe Kulin'i çok severim. Yalın, samimi anlatımı beni benden alır. Bitmesin isterken sayfalar ardı ardına çevrilir, çabuk okunur onun kitapları. Genelde kalabalık bir karakter örgüsü vardır hikayelerinde, ama öyle bir anlatır ki, değil karakterleri karıştırmak, onları öyle yakından tanır, hissedersiniz ki, sanki köşe başında karşılaşacakmışsınız izlenimi verir. ‘Hayat’ ve ‘Hüzün’ Ayşe Kulin'in en son yazdığı 2 parça halinde piyasaya çıkan kitapları.

Veda ve Umut‘ta ailesinin yaşadıklarından yola çıkarak Osmanlı’nın son günlerinden Cumhuriyet'in ortalarına kadar Türkiye’nin öyküsünü anlatan Ayşe Kulin, dürbünümden 40 sene dediği kitapları için bu kez kendi anılarını ve o anıların geri planını oluşturan dünyayı anlatıyor.

Hayat, Ayşe Kulin’in hayatının 23 yaşına kadarki ilk bölümünü anlatıyor. Güzel, keyifli ve çatışmalı geçen bir çocukluk döneminde, tüm hayatı boyunca olacağı gibi dik bir duruş sergiliyor. 7 senelik başarılı bir Robert Koleji dönemi, mükemmel bir eğitim hayatı ve sırf ailesinin gölgesi ve izni olmaksızın kendi hayatını yaşama arzusu ile yapılan yanlış bir evlilikle başlayan Londra hayatı. 3 yıl süren evliliği sonucunda 23 yaşında 2 çocuklu ve eşinden ayrılmış bir kadın olarak hayata karşı mücadele. Bu sırada ülkede yaşanan darbelere, siyasi olaylara, dönemin yaşam tarzına da Kulin'in anıları vasıtasıyla bir pencere açıyorsunuz.

Tabi ki, bu dönemde yalnız değil. Birbirine bağlı, kalabalık bir sülaleden geliyor Kulin. Her zaman babasının desteği de yanında. Kitap hem dolu dolu, hem de kafanızı yormayan, sizi dinlendiren bir anlatımda. Çok sevdiğiniz tatlı dilli bir büyüğünüzden anılarını dinlemek gibi. Anlatmakla olmayacak, okumak lazım. 335 sayfalık kitap su gibi akıp gidecek, emin olun. Son sayfalardaki mor zemin üzerindeki fotoğraflarla da artık tanıdığınız karakterleri farklı zaman ve mekanlardaki hallerine bakarken hikayeleri zihninizde tekrar edeceksiniz. Ben Hüzün'e başlamadan önce Hayat'ı biraz sindireceğim. Size de Ayşe Kulin keyfinden kendinizi mahrum etmeyin derim;)

İyi okumalar, sevgiler...

4 Haziran 2012 Pazartesi

Dünyanın En Sessiz Süpürgesi Rowenta ile Tanışın!

Elektrikli ev aletlerinin güvenilir markası Rowenta yine bir ilke imza atmış. Silence Force Extreme adını verdiği süpürge serisinde güç ve sessizliği bir arada sunmuş. Çıt çıkarmadan çalışırken evimizi dip köşe temizleyen Rowenta ile temizlikte yeni bir döneme adım atıyoruz.

Rowenta Silence Force Extreme dünyanın en sessiz süpürgesi! Düğmesine bastığınızda çalıştığı neredeyse anlamıyorsunuz. Bu sessizliğinin yanında üstün bir temizleme gücüne de sahip.

Torbalı ve torbasız olarak iki ayrı kategoride ve topam 8 farklı renkten oluşan bu süpürgeler gerçekten şahane! Torbasız olanı Çoklu Siklon Teknolojisi sayesinde saatte 300 km hızla tozları süpürgenin içerisine alıyormuş. Aynı zamanda, emiş performansını kaybetmeden evi süpürmek artık çok daha zahmetsiz ve kolay.

Buradan Rowenta Silence Force Extreme’in nasıl çalıştığını izleyebilirsiniz:

Rowenta elektriğin zamlandığı günümüzde bizleri düşünmüş ve enerji tüketimi %50 azaltılmış. Tasarım ve renk olarak da hayran kalacağınız bir Rowenta mutlaka vardır. Ben mesela mor olanına bayıldım!

Ayrıca diğer aksesuarları da kullanım konforunu artırmak için özel olarak tasarlanmış, evde hayatınızı gerçekten de çok kolaylaştırıyor. Koltukların altını temizlerken öyle yerlere yatmanıza veya eğilmenize gerek kalmıyor.

Kısacası, evinize sessiz bir güç arıyorsanız, aşağıdaki linke bakmadan geçmeyin derim.

http://www.rowentasupurge.com

Bir bumads advertorial içeriğidir. Rowenta

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Cannes'da Türk İmzası


Bu sabah çok sevdiğim yağmur sesiyle uyandım. Gerçi sabaha kadar bizi yalnız bırakmadı ya neyse;) Sabah okuduğum haber günümü şenlendirdi. Dün geceki 65. Cannes Film Festivali'nde, kısa metrajlı filmler kategorisinde yarışan Türk yönetmen Rezan Yeşilbaş'ın “Sessiz” filmi “Altın Palmiye” ödülünü almış. Nasıl gururlandım, nasıl hoşuma gitti anlatamam.

Sonra biraz araştırdım, kim Rezan Yeşilbaş?
Meğer 1977 doğum Rezan Yeşilbaş, 2008’de Marmara Üniversitesi Radyon-Sinema bölümünden mezun olduğundan beri ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz’un asistanıymış. CNN Türk televizyonunda belgesel film yapımında çalışmış. Kısa filmi "Hüküm" onun "Kadın Üçlemesi"nin ilk filmiymiş ve bu filmle de yurtiçi ve yurtdışı bir çok festivalde gösterilip çeşitli ödüller kazanmış. Üçlemenin ikinci filmi olan "Sessiz/Be Deng"i ise 2011'de çekmiş.  Şu an üçlemenin üçüncü filminin senaryosu da hazırmış


"SESSİZ VE YALNIZ BIRAKILMIŞ KADINLARA..."

Rezan Yeşilbaş ödülü almak için sahneye çıktığında sözlerini "ödülü ülkemin sessiz ve yalnız bırakılmış bütün kadınlarına adıyorum" şeklinde bitirmiş ve tabi ki konuşması ayakta alkışlanmış.

Hatırlarsanız Nuri Bilge Ceylan da 61. Cannes Film Festivali’nde Üç Maymun filmiyle “En İyi Yönetmen” ödülünü aldığında "Ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum" demişti.


Sessiz filminin baş rollerinde Belçim Bilgin ve Cem Bender oynamış.  Film daha önce Akbank Kısa Film yarışmasında en iyi film ödülü de almış. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Müdürlüğü’nün desteğiyle Diyarbakır’da çekilmiş. Konu olarak da, 7 dakikalık filmde, Diyarbakır’da tutuklu olan kocasına, cezaevi koşullarında yasak olmasına rağmen yeni bir çift ayakkabı götürmeye çalışan Zeynep’in hikayesi anlatılıyormuş.

Film sektöründe bir hayli yol alan Türklerin, yönetmen, senaryo, sinema ve hatta dizilerle yurt dışında başarıyla anılıyor olması, gururumu okşuyor, bu haberleri keyifle takip ediyordum. Bu sabah twitterdan öğrendiğim Rezan Yeşilbaş’ın aldığı Cannes’da en iyi kısa film seçilmesi ve Altın Palmiye kazanması haberi de sevincimi taçlandırdı. Bu haberi yazmadan, kayıtlarıma almadan edemedim;)

Yağmur gibi bereketli, iyi bir hafta olsun…

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yazmak Eyleminde Bulunanlara, Yazmayı Düşünenlere...

Henry Miller'dan Yazmak İçin 11 Emir

Henry Miller, 1934’te yayımlatacağı ilk kitabı Yengeç Dönencesi’ne yazarken (ve bir yandan ikinci kitabı Kara İlkbahar zihninde dönüp dururken) yoğun bir çalışma dönemine girer. Anais Nin’in desteği ve Paris’in entelektüel çevresi iyidir iyi olmasına da, asıl gereken disiplinli bir çalışma takvimidir. Sonunda kendisi için on bir emir hazırlar modernist edebiyatın öncü ismi. İşte Henry Miller’ın 1932-1933 yılları boyunca çalışma masasını karşısında asılı duran on bir emir:

Henry Miller
(1891 - 1980)

1. Bitirene kadar sadece tek bir şey üzerinde çalış.

2. Yeni bir kitaba başlama, “Kara İlkbahar”a yeni şeyler eklemekle uğraşma.

3. Sinirlenme. Elindeki ne olursa olsun sakince, neşeyle ve dünyayı umursamadan çalış.

4. Duygu durumuna göre değil programına göre çalış. Belirlediğin zamanda çalışmayı kes.

5. Yaratıcı olmayabilirsin ama çalışabilirsin.

6. Suni gübre katmakla uğraşacağına, her gün azıcık çimentoyla sağlamlaştır.

7. İnsanca yaşa! Birileriyle görüş, bir yerlere git, canın çekerse iç.

8. Yarış atı olma. Sadece zevk için çalış.

9. Program seni bunalttığında bırak ama ertesi gün bıraktıklarını tamamla. Konsantre ol. Programını sınırla. Onun dışına çık.

10. Yazmak istediğin kitapları unut. Sadece yazmakta olduğun kitabı düşün.

11. Öncelikle ve her zaman yaz. Resim, müzik, arkadaşlar, sinema; hepsi yazmaktan sonra gelir.


16 Mayıs 2012 Çarşamba

Gabriel Garcia Marquez’in veda mektubu…

Dün Umberto Eco'nun sahte hesabından Marguez'in öldüğü asparagas haberi yazılınca iki büyük isim de TT listesine girdi. Kısa bir süreliğine de olsa sevenlerini üzdü. Marquez'in 1999 yılında geçirdiği lenf kanseri hastalığı sırasında da hakkında bir sürü ölüm söylentisi çıkmıştı. Hatta yazarın imzasıyla The Puppet (Kukla) adlı bir veda şiiri La Republica gazetesinde yayımlanmış ve değişik dillere çevrilip internet üzerinden hızlıca yayılmıştı. Ancak ne var ki şiirin yazara ait olup olmadığı kesin değildi. Şiir yayımlandıktan kısa süre sonra yazarın sağlığının sanıldığı gibi kötü olmadığı ve şiiri onun yazmadığı ortaya çıktı. Bir süre sonra ise şiirin Meksikalı Johnny Welch'e ait olduğu ortaya çıktı. Dünkü haberden sonra tekrar Marquez'in Veda Mejtubu diye ortalarda dolanmakta. İşte Marquez'e ait olduğu sanılan The Puppet adlı şiir:

Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.
Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim.
Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.
Baskaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim.
Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve
erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.
Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların
zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim.
Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde…
Artık ölebilir miyim?

13 Mayıs 2012 Pazar

Anneler Günü


Elleri öpülesi, başımın tacı annemmm ve dünyanın tüm anneleri, annelik görevini üstlenenleri, doğru insan yetiştirenlerin, emek veren, geceleri uykusuz kalıp, en ufak bir sorununda, hastalığında, derdinde kendini parçalayan, çocuğunu kendinden öte tutan tüm vefakar kadınları gününüz kutlu olsun. Siz çok özel, çok değerlisiniz... Dünyanın en güzel çiçeklerini versek az size...






12 Mayıs 2012 Cumartesi

En Yaratıcı Anneler Günü Hediyesini mi Arıyorsunuz?

Anneler Günü’nün en yaratıcı hediyesini aramanıza artık gerek kalmadı. Vestel'in bu yılki Anneler Günü’ne özel tasarladığı Anne Bak N’aptım Facebook uygulamasıyla, annenizin sevinç gözyaşları garanti :)

Malum, sosyal medyanın popülerliği arttıkça, “kaç yaşında olursa olsun, yeter ki gözümün önünde olsun” diyen annelerimiz, Facebook’ta da “arkadaşımız” oldular. Bir hesap açar açmaz da genelde yaptıkları ilk iş, profil ya da kapak fotoğraflarına biricik evlatlarının resimlerini koymak oluyor.

İşte buradan yola çıkan Vestel, Facebook sayfasındaki Anne Bak N’aptım uygulaması ile kullanıcılara, Anneler Günü’nü Facebook’ta “anne stili” kutlama şansı veriyor.  Vestel'in bu uygulamasıyla, Anneler Günü kutlamanızı Facebook kapak resminize taşıyıp, annenize olan sevginizi dünyaya ilan edebiliyorsunuz. İsterseniz kendi annenizin fotoğrafını şablonlara yerleştirerek kendinize özel bir tasarımla, isterseniz de önceden hazırlanmış tasarımlardan birini kullanabiliyorsunuz.

Üstelik, annesi için tasarım yapanlar çok özel bir indirime de hak kazanıyor. Bu Anneler Günü’nde annesine en yaratıcı hediyeyi vermek isteyenler buraya:

http://gid.io/AnneBakNaptim


Bir bumads advertorial içeriğidir.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Marc Levy / Gölge Hırsızı

Bu ara kurumsal bir firmanın blog editörlüğü işini aldığımdan dolayı sık yazamıyorum, ama söz en kısa zamanda düzene koyacağım;) Bir ara bu konuyu uzun uzun yazacağım. Şimdi gelelim kitabımıza; 


Gölge Hırsızı okurken beni hem dinlendirdi, hem eğlendirdi, hem de geçmişe götürüp götürüp getirdi. Marc Levy'nin yumuşacık bir anlatımı var. Sohbetine doyum olmaz birini dinler gibi okuyorsunuz. Önce bir çocuğun dilinden, sonra aynı kişinin üniverstede tıp öğrencisi olmuş halinin dilinden hikaye devam ediyor. Marc Levy fantastikle geçeği öyle bir harmanlamış ki, bir zaman sonra kahramanımızın özel yeteneği olan gölgelerle konuşmak, başkasının gölgesini alıp onun geçmişini öğrenebilmesi gibi şeyler çok normal bir  şeymiş gibi geliyor. Güneşin bolca olduğu şu günlerde gölgenize bakmadan edemiyorsunuz;)


 Gölge Hırsızı'nı aşk kitabı olarak nitelendirenler var. İçinde elbette ki aşk var. Hem de insanın aşkla ilk tanıştığı "çocukluk aşkı"ndan başlayarak yer ediniyor kendine. Ama aşkın dışında öyle güzel duygular da var ki, sadece aşk kitabı demekle yetinmek istemiyorum. Ben yazarın gözlemlerini, bizden biri oluşunu, her sayfasından kendimden bir şeyler bulup farkında olmadığım ya da unuttuğum, üzeri tozlanmış duygularımı/anılarımı hatırlatmasıyla da çıok sevdim bu kitabı. Keşke daha önce okusaymışım dedim.

Ayrıca ailesi ayrılmış bir çocuğun ailesine yönelik hislerini, gözlemlerini, beklentilerini, hayal kırıklıklarını işlemiş olması sebebiyle bekar anne babaların ( bu aralar bu tanım kullanılıyor ve gerçekten kibar bir tanım) bu kitabı sırf bu sebepten okumaları gerektiğini düşünüyorum.
Kısacası Can yayınlarından çıkan Gölge Hırsızı tavsiyedir dostlar, listenize yazmalısınız;)

İyi okumalar, iyi haftalar...


ARKA SAYFA;
"Sen benim gölge hırsızımsın; nerede olursan ol, seni bulacağım."
Babası tarafından terk edilmiş, çocukluğu boyunca annesiyle birlikte sıradan bir kasabada yaşayan kahramanımızın özel bir yeteneği vardır: Peşine gölgeler takılır, ona hep bir şeyler fısıldar...
Yıllar geçmiş, bahçesindeki kestane ağaçlarının altında oturduğu okulunu, babasıyla annesinin birbirlerini sevdikleri zamandan kalma o soluk fotoğrafları ardında bırakarak yeni bir hayata başlamıştır. Ne var ki tekdüze hayatı ve bir türlü ismini koyamadığı ilişkisiyle içindeki özlemi dindirememekte, ona fısıldayıp duran gölgelerden bir türlü kurtulamamaktadır.
Bir kıyı kasabasına yolunun düştüğü bir gün, hüzün dolu geçmişinin, peşini bırakmayan gölgelerin sırrı yavaş yavaş çözülmeye başlar. Yıllar önce geldiği bu kumsalda, gölgelerinin birbirine karıştığı ilk aşkının izini bulacak ve onun peşine takılacaktır.
Belki de, bir sandığın içine sakladıkları o uçurtmayı yerinden çıkarmanın zamanı gelmiştir artık...
Gölge Hırsızı, ardımızda bırakamadığımız anları, anıları ve aşkları anlatıyor. Yani peşimize takılan, kurtulamadığımız gölgeleri...