30 Eylül 2012 Pazar

SESSİZ ODA/ Lori Schiller

Kitabı komşum, Afet teyze getirdi. Ben çok 
beğendim, bayılarak okudum, sen de okumak istersin belki diyerek bir tabak da çorba eşliğinde getirdi, saolsun. Kesinlikle Afet teyzem açısından pek şanslıyım;) Pek düşünceli ve iyi bir kitaplığı olan, kitaplarını benimle paylaşacak biri.
 
Çok severek okuduğu ve akıcı olsuğunu söylediüi için hiç tereddütsüz hemen başladım okumaya. Basit, gündelik dilde yazıldığı için akıcı bir kitap geldi. Okudukça okudum ama henüz yarılamamıştım ki, artık anlatılanların tekrar düştüğü, beni boğduğu, kapadıktan sonra kitabı pek de açmak istemediğimi farketttim. Hamile olduğumdan dolayı sadece keyifli kitaplar okumak istediğime yorduysam da bitirdikten sonra baktığım okur yorumlarda yalnız olmadığımı gördüm. 

Yazar Lori Schilller isimleri dahi değiştirmeden kendi hayatını anlatmış. Şizofreniye yakalanışı, hastalığın başlangıcı, seyri, tedavisi ve sonuçlanmasını ailesinin ve kendi yaşadıklarını, çevresiyle iletişimini konu almış. Kalın bir kitap olmasına rağmen üzerine düşülmesi gereken konular yüzeysel kalmış, hatta geçiştirilmiş. Kitabın ortasından itibaren hep benzer şeyleri okuduğunuzu düşünüp sayfaları atlayarak gitme isteği uyandırmasına rağmen, bir yerde zirveye ulaşması gerekirken pat diye çok çabuk bitmesi de hayal kırıklığı yarattı.

Şizofreni hakkında bilinmeyen pek çok şey öğrendiğinizi söyleyemiycem. Bu hastalara nasıl davranmamız gerektiği hakkında da bir netlik yok. Tedaviden sonra hatırladıkları kadarıyla yazılmış olması, elektroşok tedavisinin hafızasının belli bir kısmını silmesi ve kişinin yazar olmaması sebebiyle çok da üzerine düşmedim. Ama Lori Schiller bir kitap daha yazsa alır mısın derseniz ne alırım, ne de okurum. Anlayaccağınız altı çizilecek tek bir cümlesi dahi olmayan bir kitapla bir hafta oyalandım. Psikolojik kitapları severim, şizofreniye merakım var derseniz okuyun derim ama birinden bulup da okursanız en azından paranızı ziyan etmezsiniz, bunu da unutmayın...

Ayrıca Martı Yayınevinden çıkan kitaptaki oldukça sık rastlanan dizgi hataları da affedilir cinsten değildi.

Okuma isteğinizi artıracak, tadı damağınızda kalacak keyifli kitapların sizi bulması dileğiyle, iyi okumalar...


11 Eylül 2012 Salı

ATEŞBÖCEĞİ YOLU/Kristin Hannah

Geçen yıldan beri kitaplığımda okunmayı bekleyen Ateşböceği Yolu, beni Kristin Hannah'la tanıştıran bir kitap. New York Times Bestsellerlar arasındaki bu kitabı bunca bekletişim bestsellerlara olan önyargım olsa gerek. Bu tarz kitapları ben ağır kitaplar arasına sıkıştırıp kafamı boşaltmak için okurum genelde. Ama bu dönem hamileliğimden olsa gerek ağır kitapları ruhum, beynim ve kalbim kaldırmıyor. Bu açıdan güzel bir kitap seçmişim kendime.

Gayet akıcı bir dili olan bu kitabı elimden düşüremedim. Sevgi, sadakat, dostluk ve aile kavramları etrafında dokunmuş Ateşböceği Yolu sonsuza dek arkadaş olmaya söz vermiş iki kadının hikayesi. 70'li ve 80'li yılların ışığı altında kariyer ve aile tercihlerini, anne kız ilişkilerini, çatışmalarını, geçiş dönemini, ergenlerin ve annelerin bakış açıları gibi yan konuları da işlerken ortada her zaman bir sevgi ve dostluk var bu kitapta.

Kitabı okurken bazı bölümleri, olayları kendi dostluklarınızla kıyaslayıp, aile bağlarınızı, değer kavramlarını gözden geçirip, geçmişteki benzer pişmanlıklarınızla yüzleşebileceğinizi hatırlatmak isterim.

Ben severek okudum, çok keyif aldım, ama sonuna gelene kadar...
Hamilelik hormonlarımın da katkısıyla hüngür hüngür ağladığımı ve evde dalga konusu olduğumu itiraf etmeliyim;)

Ve altını çizdiğim bazı cümleler;

*Yakın arkadaş olmak işte böyle bir şeydi. Anneniz ya da kızkardeşiniz gibi olurlardı; sizi çok sinirlendirebilir ve kalbinizi kırabilirlerdi ama sonunda, zor zamanlarınızda daima yanıbaşınızda olur, en kötü gününüzde bile sizi güldürmeyi başarırlardı.

*Ev hanımı olan kadınların hayatı böyleydi işte:Bitiş çizgisi olmayan bir yarış pistinde koşmak.

*Bazı şeylerin ne kadar çabuk değiştiğini düşünerek kendi odasına gitti. İnsan kendini bir an için herkesten uzaklaşmış, unutulmuş yaşlı bir Eskimo kadını gibi hissederken bir anda Rainier Dağı'na tırmanıp elindeki bayrağı karlara saplayan biri oluyordu. Bu değişiklik bazen başını döndürüyordu ama dayanmanın tek yolu iyi anların tadını çıkarıp kötü şeylerin üzerinde çok fazla durmamaktı.

*Sanırım en büyük fakirlik yalnızlıktır, diyen Rahibe Terasaydı.



2 Eylül 2012 Pazar

Birken İki Oldum, İkiyken Dört...

Hayatta her zaman yalnızız felsefesine taparcasına inanıp herşeyi yalnız yapmaya, yalnız başarmaya, hep tek başıma ayakta durmaya, tutunmaya çalışırken o çıktı karşıma. Bir de baktım birken iki olmuşum. Çoğu zaman felsefemden vazgeçmiş olmasam da, her zaman elimi tutacak, yanımda olacak, arkamda duracak anne,baba ve kardeşimden başka birinin oluşu tuhaf gelse de, inandırıcılığı zor olsa da bu keyifli buruma alışmam zor olmadı. Hayatta her şey iki kişilikti artık benim için. Tüm planlarım, harcamalarım, alışverişlerim, düşüncelerim ve hayata dair pek çok şey de iki kişilik yer vardı. Bu uzunca bir süre böyle gitti. Artık biz bütünleşmiştik, sağlam, kocaman bi bir kişi olmuştuk. Sonra bir baktık ki, birken iki olan biz iki kişiyken dört oluyoruz. Rabbim uzunca bir süre hayatımızda yer açmak istemediğimiz çocuk isteğini yüreklerimize vermekle kalmamış bunu çift vermişti.

Evet, aynen anladığınız, bir kısmınızın da sosyal medyadan bildiği gibi ben hamileyim, hem de ikizlerime hamileyim;) Eşimle bir ayrıcalık, bir ödül olarak tarif ettiğimiz ikiz anne babası olacağız inşallah...




24. haftaya girerken bunu sizle blogumda paylaşmakta geciktiğimin farkındayım. Hep bir erteleme halinde oldum. Önce inanamadım, sonra korktum bir aksilik çıkmasından ve hevesimin kursağımda kalmasından. Biraz da hülyalara daldım tabi. Artık rüyadaydım çünkü, çok mutluydum. Eşimin kardeşlerinin ikiz olması, benim de dedemin ikiz olması vesilesiyle bir piyango vurmuştu ki bize, ne piyango, ayaklarım yerlerden kesildi;) Ondandır kitaplarımı ve blogumu biraz ilgisiz bırakmam. Neyse ki artık blogumu ihmal etmeme kararı aldım. Bundan sonra kitaplar, fazla gidemeyecek olsam da oyunlar hakkında yazacağım gibi sizi pek de sıkmadan gelişmelerden haberdar ederim tabi ki, malum ikizler erken doğdukları için (genelde 34.haftadan sonra her an gelebiliyorlar) zaten doğumdan önce pek de fazla vaktim kalmadı.

Dijital ortamda olmasa da çocuklarım için bir günlük tuttum tabi ki. Defter kalem aşkı olan bir anneden başka türlüsü beklenemezdi heralde;) onlar için güzel bir hatıra olacağına inanıyorum. Buarada iki tane oğlum olacak inşallah. Bu haberi hem sizinle paylaşmak hem de blogumda artık hep hayatımda olacak iki küçük adam için yer ayırmak istedim. Nazar ve sabır dualarınızı varsa tavsiyelerinizi bekliyorum;) Şu an işin sessiz ve heyecanlı olan bekleyiş, hazırlık kısmındayım. Umarım doğumdan sonra buradan çığlıklarım duyulmaz:)

Şimdi düşünüyoruz da biz çocuk kararı vermek için gecikmişiz. Daha şimdiden, miniklerim henüz karnımda kıpırdanıp tekmeler atarken çok başka bir şeymiş diyebiliyorum ... Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah...

Keyifli, huzurlu haftasonları...