Donkişot Tiyatrosu'nun Münasebetsiz oyununda Zafer Alagöz, Melih Ekener, Hidayet Erdinç, Seda Akman, Kerem Fırtına, Erkan Pekbay rol alıyor
Oyun bir otelde yan yana aradan bir kapıyla bağlanan iki odada geçmektedir. Odalardan birine kasabaya gelecek olan Sarkozy-Bruni çiftini vurmak için kiralanmış katil, diğerine de intihara meyilli, karısı tarafından aldatılmış bir adam yerleşmiştir. Kiralık katilin yan odasındaki intihara kalkışan birinin hayatını kurtarmaya çalışırken kendi hayatının kararması ve başına gelen inanılmaz olaylar esprili bir dille anlatılıyor. Başarısız intihar girişimlerinden sonra otel görevlisinin odaları birbirinden ayıran kapıyı açmasıyla hareketleniyor. Adam sürekli olarak katili taciz edip, karısıyla barıştırmasını istemektedir. Yakasına öyle yapışmıştır ki, bir an ben bile adamın yapışıklığından bunaldığımı hissettim. Otel dekoru o kadar gerçekçiydi ki, kendinizi 3. sınıf bir otel odasında buluyorsunuz. gay otel görevlisinin her iki odadaki müşteriye asılması ve yüz bulamadığı gibi her seferinde yanlış anlaşılan pozisyonlarda yakalamasıyla kahkaha doruklara tırmanıyor. Oyun 2 perde 100 dk ve inanılmaz hızlı ilerlerken izleyenleri kahkahaya boğuyor. Bol bol gülüp deşarj olmak isteyenler için iyi bir tercih
30 Kasım 2011 Çarşamba
PAZAR GÜNKÜ CİNAYET
Oyuncular: Haldun Taner, Füsun Önal, Fahri Öztezcan, Eda Gülten, Sertan Erkaçan, Hilmi Özçelik
Tiyatro Kedi'nin komedi oyunu
Ömrü boyunca "Vegeratör" gibi ne olduğu belli olmayan icatlar yapan, öte yandan otuz yıllık karısının izni olmadan radyonun sesini bile açamayan kılıbık bir adam (Haldun Dormen); öldürülen bir telekızın “cinayetin zanlısı” olarak aranırsa ne olur? Üstelik bu cinayete bir bakanın da adı karışmışsa; medyanın ve halkın büyük ilgisini çeken bu cinayetin tek “katil adayı” bu pısırık adam; Bay Zahn ise… Yıllar sonra nihayet kocası bir erkeğe dönüşen Bayan Ilse Zahn (Deniz Gökçer) “cinayet zanlısı” dahi olsa kocasını kahraman gibi görüp hayran bir aşığa dönüşürse. Pazar günkü Cinayet "terlik ve hırkadan", "çılgın gösterişe" geçiş yapan otuz yıllık bir evliliğin ve bütün bunlardan menfaat sağlamaya çalışan kişilerin komik, farklı, sürprizlerle dolu öyküsü... bu tanıtımı okuduktan sonra gittik oyunu izlemeye.
Yine Özgürlük Parkı Açıkhava Tiyatrosun'nda izlediğimiz bir oyundu. Yılların oyuncularını sahnede görecek olmanın heyecanıyla perdenin açılmasını bekledik. Sonrasında ne olduğunu anlamadığımız bir icatla kılıbık eşi oynayan Haldun Dormen çıktı karşımıza. Baskın eşi oynayan Deniz Gökçer ile performanslarına, Pazar günü işlenen cinayetin şüphelisinin Haldun Dormen olması sonucu karısının bakış açısının değişimine ve kendilerince olayın gelişme tarzına çok güldük, eğlendik. Artık güçlü biri olan Dormen'in aynı kıyafet ve tarzla hayatına devam etmesi olmazdı, Kostüm değişimi için yardımcı olan gay rolündeki oyuncu gördüğüm en yetenekli kişiydi, sırf onu izlemek için bile o oyuna gidilir yani. Yalnız Haldun Dormen'in aşırı hızlı konuşması bazı espriler anlaşılmadı ve yine aynı sebepten olsa gerek bir iki yerde takılışını saymazsak her şey çok güzeldi. Kostümler, müzik, oyunun performansı bir hayli eğrisi yüksekti. Haldun Dormen ve Füsun Önal'ı henüz sağlıklı ve sahnedelerken görmenizi tavsiye ederim
Tiyatro Kedi'nin komedi oyunu
Ömrü boyunca "Vegeratör" gibi ne olduğu belli olmayan icatlar yapan, öte yandan otuz yıllık karısının izni olmadan radyonun sesini bile açamayan kılıbık bir adam (Haldun Dormen); öldürülen bir telekızın “cinayetin zanlısı” olarak aranırsa ne olur? Üstelik bu cinayete bir bakanın da adı karışmışsa; medyanın ve halkın büyük ilgisini çeken bu cinayetin tek “katil adayı” bu pısırık adam; Bay Zahn ise… Yıllar sonra nihayet kocası bir erkeğe dönüşen Bayan Ilse Zahn (Deniz Gökçer) “cinayet zanlısı” dahi olsa kocasını kahraman gibi görüp hayran bir aşığa dönüşürse. Pazar günkü Cinayet "terlik ve hırkadan", "çılgın gösterişe" geçiş yapan otuz yıllık bir evliliğin ve bütün bunlardan menfaat sağlamaya çalışan kişilerin komik, farklı, sürprizlerle dolu öyküsü... bu tanıtımı okuduktan sonra gittik oyunu izlemeye.

29 Kasım 2011 Salı
DUVARDAKİ BEBEK
Okuyacağınız bu öykü bana bir buhran döneminin hediyesidir
Mutfaktaki duvarın dibine çektiği sandalyesine oturup, ayaklarını kalorifer peteğine uzattı. Gözlerini kirli krem tonunda boyalı duvara dikti. Arada bir üst üste attığı ayaklarını sallıyor, duvardaki boyanın dalgalarından, çatlaklarından resimler çiziyordu. Çocukken de banyo fayanslarının arasındaki derzleri bir şeylere benzetir, onlara hikayeler uydururdu. Donuk bakışlarıyla birleştirdiği çizgilerden mini minnacık bir ayak çizdi duvara. Sonra küçücük parmaklarıyla bir el, yakın ebatlarda yuvarlak bir baş. Parçaları birleştirince kundakta bir bebeğe ulaştı. Bir emzik oluşturdu yandaki çatlaklardan ama bebeğe çok uzak kalmıştı bu yalancı meme. Birden ağlamaya başladı bebek, eli kolu bağlı, o beyaz bezle sarılıydı. Uzanamıyordu, karnını doyuramayacağını bildiği halde ısrarla emmek istediği emziğe. Uzanmak istedikçe ağladı, ağladıkça uzanmak istedi ama başaramadı. Duvardaki bebek ağladı, onu çizen bakışların sahibi kadın ağladı. Keyifle salladığı ayağı sabitti artık, bebek sabitti, sabit olmayan tek şey göz yaşlarıydı. Bebek sussa bile onun göz yaşları hiçbir zaman durmayacaktı. Ayaklarını topladı, peteğin üzerindeki çizgiler topuğunda iz yapmıştı, hatta biraz da canı yanmıştı, ayağı da uyuşmuştu ama hiç umurunda değildi. Uzandı avuçları duvardaki bebeğe, kollarına aldı. Önce kefene benzeyen kundağı çözdü, minicik ellerini, ayalarını serbest bıraktı. Onun için aldığı tulumu giydirdi. Paketinden yeni çıkardığı battaniyeyle sardı, sıkmadan sadece üşümesin diye. Çözdüğü kundağı yere serdi, üzerine oturdu. Sırtını yanmayan soğuk kalorifer peteğine dayadı. Yanına iri bir bardak su aldı. Öyle diyordu doktorlar, emziren anneler bol su içmeliydi. O içtikçe sütü arttı, sütü arttıkça bebek emdi, emdi, emdi. Emerken göz kapakları ağırlaştı, süt kokusu eşliğinde ağzında yarım tuttuğu meme ucuyla uyuya kaldı. Kadın yavaşça çekti göğsünü, bebeğin üçgen dudakları arasından. Emerken terleyen saçlarını okşadı. Göğüs hizasına kaldırıp kokladı, bebeklerin kendine has kokusunu oksijen gibi çekti içine. Minicik bir buse kondurdu pembe yanağına. Üstüne oturduğu kundağı aldı, tekrar beyaz kumaşlara sardı. Ayağa kalktı, bebeği duvardaki yerine koyarken, hala o günkü ninni vardı dudaklarında. Bayılmadan, bebeği ondan alınmadan önce karnını okşarken söylediği ninniyi mırıldanıyordu. Kürtajdan çıktığında, narkoz etkisini henüz üzerinden atamamışken de o ninni dilindeydi. Tekrar aynı sandalyeye oturdu, yüzünü duvara döndü. Radyoda sevdiği şarkı çıktığında yaptığı gibi sesini yükseltti, uğurlama merasiminde gibiydi. Sonra uykusundaki bebeğini izlemeye başladı. Bir saate kadar acıkıp uyanırdı. Bu sefer altını da değiştirmek gerekirdi. Bir sonraki uyku saatine kadar da masal anlatırdı. Bir yelkovanla akrep çizdi duvarda. Geri sayım başladı elli sekiz dakika kalmıştı uyanmasına. Yavaş yavaş ritmini de volümünü de düşürdü ninninin. Artık sadece içindeki kadın söylüyordu ninniyi, içli içli ağlamaklı…
AYŞEN ILGIN
İŞSİZLER CENNETE GİDER
Ferhan Şensoy, Elif Durdu,Ali Çatalbaş, Serap Günaydın'ın oynadığı İŞSİZLER CENNETE GİDER oyununu Özgürlük Parkında izledik. Oyun polisiye güldürü. Yüksek öğrenim görmüş bir çiftin uzun süre iş bulamayarak başlarına gelen olayları, su faturasını ödeyebilmek için market kasasından fatura tutarı kdr para almasının ardından gelişen olayları her cümlesinde ayrı bir hicivle aktardılar. Günümüz ekonomi ve hukuk sistemine göndermeler yaparken oyun sık sık alkışlarla bölündü, bazen bu alkışlar o kdr uzun sürdü ki oyuncular bile şaşırdı. Yina ağlanacak halimize güldük anlayacağınız. Oyundaki aksesuvarlar da ilginç tasarımlara sahipti ve Ferhan Şensoy başta olmak üzere performanslar süperdi. Oyun bitiminde hepsini tek tek ayakta alkışladık. Perde kapandıktan sonra da Ferhan Şensoy hayranlarıyla buluştu. Oyun çıkışında standlarda satılan kitaplarını alanlar imzalatma fırsatı buldular. Bende hayatını romanlaştırdığı KALEMİMİN SAPINI GÜLLE DONATTIM kitabını alıp imzalattım tabiki;)
BAŞKA KAPIYA

Oyun "pozitif düşünceler aşılayan pozitif hocadan apartmandan yolunu bulan yöneticiye, karısından başka her kadına ilgi duyan çapkın adamdan yeni hazlar peşindeki köylü kadın Şehriban’a kadar renkli karakterlerin kapılarını tek tek açan BAŞKA KAPIYA ibret dolu skeçleriyle kahkaha attıyor" şeklinde tanıtılıyor
2 perdeli komedi oyunu küçük skeçlerden oluşuyordu. Ancak güldürme anlayışı çoğu zaman Olacak O Kadar tadındaydı. Ali Erdoğan'ın komedi yeteneğini biraz güncellemesi gerektiğini düşünmeden edemiyorsunuz. Buna rağmen bölümlerde günlük karşılaştığımız olayları komik bir şekilde sergileyerek ağlanacak halimize güldürdüler bizi. Skeçler arasındaki canlı gitar ve şarkı eşliğindeki dinletileri çok çok başarılıydı.
DÜNYANIN ORTASINDA BİR YER
Oyununu Ümraniye Sahnesinde izledik. Özen Yula'nın yazdığı Nurullah Tumncerin yönettiği oyunda 1001 gece dizisinin babannesi TOMRİS İNCER de oynamakta. Ahseni canlandıran Esra Ronabar'ın sesine, güzelliğine, oyunculuğuna bayıldımmm. Yine dizilerden tanıdık simalara rastlayacağınız oyunda, törelerin, söylencelerin, toprağa dayalı gücün egemen olduğu yörelerin öyküsünü kadınların yaşadıkları üzerinden anlatıyor ve bireylerin ilişkilerindeki öç kavramına dayalı çatışmaları sunuyor. Baştan sona aşk kokan bu Tek perdelik bu oyunu izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Buna rağmen kısa zamanda tek perdeye nasıl bu kadar çok şey sığdırıldığına da inanamayacaksınız. Ayrıca öyle bir son bekliyor ki sizi, ne hissedeceğinize karar veremiyorsunuz. Kostümler, dekor, oyuncular, müzik, ışık için muhteşem demek az kalır. İnanın tekrar izleyeceğim. Gördüğüm en iyi oyunlardan biriydi. Bunu görmeyen çok şey kaçırır! gidin görün izleyin mutlaka!
KADIN HAYATTIR MEMATTIR KADIN
Oyunu Ümraniye Sahnesi'nde izledik. Tek perdelik oyunda kendini sevmekle başlayan, güvenmekle beslenen, inanmakla devam eden kadının hayattaki yerini bulmasını anlatıyor. Osmanlının sonunda Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kadının yerinin olmadığı, görevinin doğurmak, temizlemek ve kadınlık yapmaktan ibaret olduğu, değer verilmediği zamandan sıyrılış hikayesinde önderlik yapan ilk kadınların hayatlarını kendi ses tonundan kayıtları ve yaşam tarzlarını, kendilerini aşmaları hikayeleri anlatılıyor.
İlk saz çalıp şarkı-şiir söyleyen LEYLA SAZ, piyano çalıp, şiir yazan ilk kadın şair olarak kitabı yayınlanan NİGAR HANIM,
abisinin özel derslerini dinleyerek kendini yetiştiren Fransızca öğrenen, Osmanlıda ilk Fransızca kitabı tercüme eden FATMA ALİYE,
ilk kadın ressam olmakla beraber Mustafa Kemal'i resmeden ilk Türk ressam unvanına sahip MİHRİ MÜŞFİK hanımın hikayeleri bire bire sergilenirken oyun sonunda tüm ilk meslekleri yapan öncü kadınlarımızın isimleri ve hikayeleri de slayt gösterisiyle anıldı.
KADINLA ERKEĞİN MÜCADELESİNİN CEHALETİN MÜCADELESİ OLDUĞUNU HATIRLATTILAR. Anlatı tarzındaki oyun değişimin duygu yüklü gösterimiydi. Öğretici ve ilham verici bir oyundu
İlk saz çalıp şarkı-şiir söyleyen LEYLA SAZ, piyano çalıp, şiir yazan ilk kadın şair olarak kitabı yayınlanan NİGAR HANIM,
abisinin özel derslerini dinleyerek kendini yetiştiren Fransızca öğrenen, Osmanlıda ilk Fransızca kitabı tercüme eden FATMA ALİYE,
ilk kadın ressam olmakla beraber Mustafa Kemal'i resmeden ilk Türk ressam unvanına sahip MİHRİ MÜŞFİK hanımın hikayeleri bire bire sergilenirken oyun sonunda tüm ilk meslekleri yapan öncü kadınlarımızın isimleri ve hikayeleri de slayt gösterisiyle anıldı.
KADINLA ERKEĞİN MÜCADELESİNİN CEHALETİN MÜCADELESİ OLDUĞUNU HATIRLATTILAR. Anlatı tarzındaki oyun değişimin duygu yüklü gösterimiydi. Öğretici ve ilham verici bir oyundu
KAİNATIN EN HIZLI SAATİ
KAİNATIN EN HIZLI SAATİ oyununu Taksim'de Barcelona Cafe'nin arkasındaki eski yüksek duvarlı tarih kokan bir binanın 2.katında, "sıfırnokta2" de izledik. Bir ev ortamında izleyeceğiniz oyun bambaşka bir tiyatro deneyimi katıyor.Hemen bir adım ötenizde, izleyiciyle iç içe oynanan oyunda 30 yaşında olan ama her yıl 19.yaşını kutlayan, yaşlılığı çok büyük bir takıntı haline getirmiş sapık ruhlu kişinin yine 19.doğum günü kutlanıcak. Her doğum gününde genç erkekleri doğum günü partisine çağırıp süpriz bir son hazırlayan kahramanımızın işleri bu yıl yolunda gitmiyor. Işıkların ve dekorun, olayların yanı başınızda oluyor olmasının da etkisiyle şok edici finalin etkisi katlanıyor. Bir ara kendimi kaptırıp hamile kızı tekmeleyen oyuncuya -YAPMA! bile dedim. Aralarında Selçuk Yöntem'in kızınında olduğu oyuncuların performansları müthiş. Çok genç olmalarına tezat olarak çok başarılılar. Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum, değişik bir tiyatro ambiansı, farklı, unutamayacağınız bir deneyim. *2011
Konuyu sıfırnoktaiki' nin kendi blogundaki bir alıntıyla aktarmak istiyorum;
Oyuna, Cougar Glass’ı uzun uzun izleyerek başlıyoruz; ki o, ölümlü erkeklerin en güzelidir. Her zaman taze, temiz, parlak ve 19 yaşındadır.19 yaş, Couger için bir oluş zorunluluğudur, sıfattır; canlılığı, yaşamsal enerjiyi temsil eder. 19’um dediği sürece arzu edilen, sevilen olacaktır. Her sene bir daha 19’una girer. Hayatının son 11 yılı böyle geçmiştir ve tabii ki şimdi hazırlandığı doğum günü partisinde de olacak olan aynıdır. Sahte tebrik kartları, sahte bir parti ve özenle çalışılıp ağa düşürülmüş 15’lik bir av.
Cougar’ın, kendisinden başka her şeyi ve herkesi değersizleştirdiği sığ ve yapayalnız dünyasında, ona aşkla, tutkuyla ve ara ara inceden hissettiğimiz merhamet duygusuyla bağlı tek insan Captain Tock’tur. Couger’ın olmayan sağduyusudur sanki. Beraber yaşamaktadırlar. Aslında Couger’ın, görünüşte Captain’dan tek istediği, hayatında açılan büyük delikleri yamamasıdır, o kadar. Kullanıldığının, hatta Couger tarafından soğurulduğunun farkındadır; öyle ya, Couger’ın gerçek dünyada sosyalleşme yöntemi Captain’in fikirlerini yine onun cümleleriyle konuşmaktır. Öte yandan Captain’ın da Couger’dan yaşam enerjisi devşirdiğini, onunla birlikte olmaya devam ederek genç olmak, canlı ve güzel olmak arzularını tatmin ettiğini de hissetmek mümkün. Güzelliğe sahip olma arzusu insanın varoluşsal imtihanlarından biri olarak bilinir. Dini öğretiler, kutsal kitaplar ve söylenceler hep bunun üzerine nasihatler vermiş, kurallar koymuş ve tüm güzelliklerin gerçek sahibi olarak yalnızca Tanrıyı göstermiştir; yani bu çatışma yeni değil.
Couger da, gençliği ve güzelliğini kendisinden çok genç oğlanlarla kısa süreli ilişkiler yaşayarak cilalar. Mesele güzel bir delikanlıyla tutkulu bir ilişki yaşamaktan ibaret değildir. Ona sahip olmak, sadece bedenen sahip olmaktan öte gencecik ruhuna sahip olmaktır.
Konuyu sıfırnoktaiki' nin kendi blogundaki bir alıntıyla aktarmak istiyorum;
Oyuna, Cougar Glass’ı uzun uzun izleyerek başlıyoruz; ki o, ölümlü erkeklerin en güzelidir. Her zaman taze, temiz, parlak ve 19 yaşındadır.19 yaş, Couger için bir oluş zorunluluğudur, sıfattır; canlılığı, yaşamsal enerjiyi temsil eder. 19’um dediği sürece arzu edilen, sevilen olacaktır. Her sene bir daha 19’una girer. Hayatının son 11 yılı böyle geçmiştir ve tabii ki şimdi hazırlandığı doğum günü partisinde de olacak olan aynıdır. Sahte tebrik kartları, sahte bir parti ve özenle çalışılıp ağa düşürülmüş 15’lik bir av.
Cougar’ın, kendisinden başka her şeyi ve herkesi değersizleştirdiği sığ ve yapayalnız dünyasında, ona aşkla, tutkuyla ve ara ara inceden hissettiğimiz merhamet duygusuyla bağlı tek insan Captain Tock’tur. Couger’ın olmayan sağduyusudur sanki. Beraber yaşamaktadırlar. Aslında Couger’ın, görünüşte Captain’dan tek istediği, hayatında açılan büyük delikleri yamamasıdır, o kadar. Kullanıldığının, hatta Couger tarafından soğurulduğunun farkındadır; öyle ya, Couger’ın gerçek dünyada sosyalleşme yöntemi Captain’in fikirlerini yine onun cümleleriyle konuşmaktır. Öte yandan Captain’ın da Couger’dan yaşam enerjisi devşirdiğini, onunla birlikte olmaya devam ederek genç olmak, canlı ve güzel olmak arzularını tatmin ettiğini de hissetmek mümkün. Güzelliğe sahip olma arzusu insanın varoluşsal imtihanlarından biri olarak bilinir. Dini öğretiler, kutsal kitaplar ve söylenceler hep bunun üzerine nasihatler vermiş, kurallar koymuş ve tüm güzelliklerin gerçek sahibi olarak yalnızca Tanrıyı göstermiştir; yani bu çatışma yeni değil.
Couger da, gençliği ve güzelliğini kendisinden çok genç oğlanlarla kısa süreli ilişkiler yaşayarak cilalar. Mesele güzel bir delikanlıyla tutkulu bir ilişki yaşamaktan ibaret değildir. Ona sahip olmak, sadece bedenen sahip olmaktan öte gencecik ruhuna sahip olmaktır.
SURNAME 2010
Surname nedir?
III.Murad'ın oğlu şehzade Mehmed'in sünneti münasebetiyle 1582 yılında İstanbul'da büyük bir şenlik düzenlenir. Bu şenlik SURNAME adı verilen yeni bir edebi yapıtın çıkmasına neden olur. Surnameler düğün,ziyafet,şenlik gibi şeylerin tasviri için yazılan manzum ve mensur yazılardır.Surnameler yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler vermeleri nedeniyle tarihsel bakımdan da önemlidir.
III.Murad'ın oğlu şehzade Mehmed'in sünneti münasebetiyle 1582 yılında İstanbul'da büyük bir şenlik düzenlenir. Bu şenlik SURNAME adı verilen yeni bir edebi yapıtın çıkmasına neden olur. Surnameler düğün,ziyafet,şenlik gibi şeylerin tasviri için yazılan manzum ve mensur yazılardır.Surnameler yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler vermeleri nedeniyle tarihsel bakımdan da önemlidir.
Oyuna gelicek olursak,Şehir Tiyatrolarından Ümraniye Sahnesi'nde izledik SURNAME 2010'u. Özellikle bir çocuk oyunu olMAdığını belirtmek istiyorum. Oyun başlar başlamaz sizi kendi masalsı dünyasına hapsederken hiç görmediğiniz eski İstanbul şenliklerine inanılmaz güzellikteki kuklaları, görsel şovlarıyla,eğlenceleriyle alıp götürüyor. Konusu yaşlı bi sahaf olan Sühendam Hanım, kocasının ölümünden sonra kitapların arasında bulduğu küçük defter bulur. Bu defterde kocasının kendisi için düşündüğü şenliğe dair fikirler yer almaktadır. Yazılanları okumaya başlayan Sühendam Hanım, kendisinin geçmiş ile bugünün İstanbul'u arasında gerçekleşen bir şenliğin ortasında bulur.
yazılanları okudukça kuklalarla canlanan eski İstanbul'a bugünün insanını ve yaşam şartlarını yansıtan İstanbullular'ın sergiledikleri hayatımızın tekdüzeliğini ve yaşam anlayışının nasıl değiştiğinin farkındalığını yaşayacaksınız. Bunlar olurken çok gülecek, çok eğlenecek, hatta şarkılar söyleyeceksiniz. Ben çok eğlendim, çok şey öğrendim, denk gelirsem yine giderim, değişik ve başarılı bir çalışma olmuş. Mutlaka izleyin derim. *2011TEHLİKELİ İLİŞKİLER
Choderlos de Laclos'un18.yy'da yazdığı oyunu Harbiye sahnesinde izledik. Adı sanı duyulmuş tutkulu bir çapkının cemiyetteki fesat bir kadınla evli, kocasına ve dine bağlı bir kadını baştan çıkarma iddiası üzerine olay gelişiyor. Karşılığında iddiaya girdiği kendi gibi acımasız olan bu fesat kadınla da yatacak olan çapkınımızın (LEVENT ÜZÜMCÜ) bu iddia için uğraşırken de boş durmuyor tabiki. Cemiyetin çarpık ilişklileri devasal aynalarla tam bir gösteri şölenine dönüşmüş. Kıyafetlerden gözünüzü alamayacaksınız. Aynalar sayesinde rahatlıkla değişen ortam ve arka planda olanları görebilme imkanı çok güzel düşünülmüş. Şehir ve devlet tiyatrolarında çok az gördüğümüz öpüşme ve sevişme sahnelerini hayretle izleyeceksiniz. Oyun biraz ağır olmakla beraber muhteşem, çok etkileyici, bazı sahneler hafızanızdan hiç silinmeyecek, büyüleniceksiniz. Ben şahsen çok keyif aldım, gidin görün derim. *2011
Oyuncular;
Şebnem Köstem, Esra Ronabar, Ece Özdikici, LEVENT ÜZÜMCÜ, Tomris İncer, Selin İşcan, İrem Arslan Aydın, Cemal Ahhan Şener
Oyuncular;
Şebnem Köstem, Esra Ronabar, Ece Özdikici, LEVENT ÜZÜMCÜ, Tomris İncer, Selin İşcan, İrem Arslan Aydın, Cemal Ahhan Şener
VAHŞET TANRISI
VAHŞET TANRISI,,
Devlet Tiyatrolarında sergilenen Vahşet Tanrısı oyunu, çocukları kavga etmiş eki ailenin orta yolu bulmak için bir araya gelmelerini anlatıyor. Gayet medeni ve kibarca başlayan oyun ilerledikçe,aslında her ikisi de kendi hayatlarında mutsuz olan bu ailelerin gerçek karakterleri ortaya çıkarken, çok gülecek, çok eğlenecek ve karakterin kader olduğuna bir kez daha şahitlik edeceksiniz. Son zamanlarda "Aşk-ı Memnu" ile"Kuzey ve Güney" dizilerinde adından söz ettiren, oyunculuğuna büyük bir hayranlık duyduğum ZERRİN TEKİNDOR'un oyunculuğunu bir kez daha takdir ettim. Bir sahnede gerçekten kustuğunu sandım. Diğer oyuncuların da çok usta oluşuyla performanslar daha da zenginleşmiş. Giriş çıkıçlar olmadan, perde kapanmadan sinema tadında izleyeceğiniz bu oyunu kaçırmayın. Zaten tek perdelik, 1sa 20 dk süren bu oyunu izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Oyun sonunda tüm salon ayakta alkışlayacağınızdan şüpheniz olmasın...
*2011
Devlet Tiyatrolarında sergilenen Vahşet Tanrısı oyunu, çocukları kavga etmiş eki ailenin orta yolu bulmak için bir araya gelmelerini anlatıyor. Gayet medeni ve kibarca başlayan oyun ilerledikçe,aslında her ikisi de kendi hayatlarında mutsuz olan bu ailelerin gerçek karakterleri ortaya çıkarken, çok gülecek, çok eğlenecek ve karakterin kader olduğuna bir kez daha şahitlik edeceksiniz. Son zamanlarda "Aşk-ı Memnu" ile"Kuzey ve Güney" dizilerinde adından söz ettiren, oyunculuğuna büyük bir hayranlık duyduğum ZERRİN TEKİNDOR'un oyunculuğunu bir kez daha takdir ettim. Bir sahnede gerçekten kustuğunu sandım. Diğer oyuncuların da çok usta oluşuyla performanslar daha da zenginleşmiş. Giriş çıkıçlar olmadan, perde kapanmadan sinema tadında izleyeceğiniz bu oyunu kaçırmayın. Zaten tek perdelik, 1sa 20 dk süren bu oyunu izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Oyun sonunda tüm salon ayakta alkışlayacağınızdan şüpheniz olmasın...
*2011
DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ
"Nobel ödüllü Harold Pinter’ın başyapıtı, hem eğlence hem gerilim dolu bir oyun. Bir sahil kasabasında yaşayan karıkoca ve pansiyonlarının tek müşterisi olan bir genç adam… Dışarıdan gelen iki adam ve orada yaşayan bir genç kız… O gün doğum günü olmayan genç adam için bir doğum günü partisi düzenlerler. Ve korkunç eğlence başlar" katolog tanıtımından sonra Oyunu Üsküdar Müsahipzade Sahnesinde izledik, salon çok güzel, tertemiz, koltuklar geniş ve rahat, zaten yeni bir sahne...
Salona girince gözlerimi dekordan alamadım. Kostümler, müzik, aydınlatma çok güzeldi. Ev hanımı rolündeki pansiyon sahibesinin sahneleri gereksiz uzun ve abartı olsa da güzeldi. Işıkları kapatma sahnelerinde biraz oyalanıldı. Ama ışıklandırmalı maske danslarıyla telafi ettiler,çok eğlenceliydi, bayıldım. Gidip görmenizi tavsiye ederim, yer yer gerilim, yer yer kahkaha dolu 2 perdeli bir oyun...Ayrıca BAHTİYAR ENGİN, CEM DAVRAN, JÜLİDE KURAL, MERT TANIK, ÖZGE BORAK, YILDIRAY ŞAHINLER'in performanslarının harika olduğunu söylememe gerek yok sanırım...
*2011
Salona girince gözlerimi dekordan alamadım. Kostümler, m
*2011
BEĞENDİĞİNİZ GİBİ
"Shakespeare`nin en sevilen komedilerinden Beğendiğiniz Gibi, zorbalıkla kardeşi tarafından Arden Ormanı`na sürgün edilen Büyük Dük`ün ve ailesinin başına gelenleri anlatır.
Dük`ün kızının bir gence ilgi duymasıyla birlikte oyun, Shakespeare komedilerinin çoğunda olduğu gibi tesadüfler, kılık değiştirmeler ve yanlış anlamalarla gelişir ve gittikçe karışarak izleyiciye keyifli saatler yaşatır" tanıtımında yazanlar böyleydi.Devlet Tiyatrolarından Beykoz Sahnesi'nde izlediğimiz BEĞENDİĞİNİZ GİBİ oyunu, kostümlü 4 kızın çaldığı enstrümanlarla başladı, özellikle keman sesine bayıldımm, çok hoştu. Aralardaki tüm müziklerde yine bu dört kişiye aitti. Oyun ilk mekan olan dönemin simgelerinden şatoda başladı, perdeler haricinde hiç dekor olmaması hayal kırıklığı yarattı. Güreş sahneleri hiç olmamıştı. Sürgün yeri olan Arden Ormanında sahnede tek bir ağaç olması yetersizdi. Sahne ışıkları iyiydi. Herkesin yorumu 2.perdenin daha iyi olduğuna dairdi.Oyunu başka gün izleyenler Soytarının performansını çok beğense de bizi salon olarak hiç güldürmedi. Espriler çok güçlü değildi, iyi olanları da yeterli baskınlıkta söyleyemediği için geçiştirdi. Biz oyunu Ctesi akşam seansında izledik, bunu oyunucuların yorgun olabilme ihtimaline veriyorum. Malum aynı performansı öğlen seansında da gösterdiler. Uzun bir oyun ne de olsa. Shakespeare Mesajları arka arkaya ve her kelimesinde farklı bir bakış açısını sunmuş, yaşadığı çağın tüm birikimlerini kullanıp kendisine özgü bir dil ile seslenmiş. Gerçi oyuncular o kadar hızlı konuşuyorlardı ki, kelimeler yer yer anlaşılmadı.
Genel olarak müzikleri ve danslarıyla dinlendiren, mesajlarıyla düşündüren bir oyundu, sadece gülücem diye giderseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Ruh halinizi ayarlayıp gitmenizi ama mutlaka görmenizi öneririm...
KARANLIK İŞLER
Mafya babasının sevgilisi olan dansçı kız Mandy, sabah uyandığında geceyi birlikte geçirdiği yeni tanıştığı Garry’yi hala koynunda bulunca paniğe kapılır. Çünkü mafya babası haftanın hâsılatlarını almak için eve gelmek üzeredir ve kızın bir başkasıyla ilişkisi olduğunu öğrenirse bu ikisi için de pek hayırlı olmayacaktır. Bu sırada eve gelen komşusu Tania, çalıştığı restaurantın hasılatının bir kısmını kumarda kaybettikten sonra kalanını getiren Terry ve üstüne gelen mafya babası Koca Mack ile koruması Dozer olayların içinden çıkılmayacak kadar karışmasına neden olur. Çılgın bir mafya komedisi....
Karanlık İşler oyununu Devlet Tiyatrolarından Beykoz Sahnesinde izledik.
İkinci perdede artmakla beraber bir kahkaha şöleni. Arap sacina donen isleri elbirligiyle çözerlerken çok gulucek, desarj olucaksiniz. Oyunun hiç bir göndermesi yok, sadece eğlendirmek, güldürmek için yazılmış bir oyun. Karakterler kaba bir tabirle cuk oturmuş. Rus komşu Tania'nın gerçek Rus olup sonradan Türkçe öğrendiğine yemin edebilirim, o kadar iyiydi yani. Levent Özdilek iki yerde takilsa da oyun genelinde pek göze batmadı. Genel olarak hepsi çok güzel oynadı. Dekor sık değişmesine rağmen bunu gayet profesyonelce pek seri bir şekilde yaptılar, bu süreci anlamadık bile. Sahnedeki ve karakterlerdeki renk çokluğu iyi düşünülmüştü.Sırf gülmek, deşarj tercih edilebilecek bir seçenek *2011
Karanlık İşler oyununu Devlet Tiyatrolarından Beykoz Sahnesinde izledik.
İkinci perdede artmakla beraber bir kahkaha şöleni. Arap sacina donen isleri elbirligiyle çözerlerken çok gulucek, desarj olucaksiniz. Oyunun hiç bir göndermesi yok, sadece eğlendirmek, güldürmek için yazılmış bir oyun. Karakterler kaba bir tabirle cuk oturmuş. Rus komşu Tania'nın gerçek Rus olup sonradan Türkçe öğrendiğine yemin edebilirim, o kadar iyiydi yani. Levent Özdilek iki yerde takilsa da oyun genelinde pek göze batmadı. Genel olarak hepsi çok güzel oynadı. Dekor sık değişmesine rağmen bunu gayet profesyonelce pek seri bir şekilde yaptılar, bu süreci anlamadık bile. Sahnedeki ve karakterlerdeki renk çokluğu iyi düşünülmüştü.Sırf gülmek, deşarj tercih edilebilecek bir seçenek *2011
TARLA KUŞUYDU JULİET
ENGİN ALKAN ve SEVİNÇ BULAK performansıyla Shakespeare'in ROMEO VE JULİET oyunundaki son değiştirilmiştir,çift evlenmiştir. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan "kıdemli aşıklar" kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürürler.Günlük yaşantı ve çığrından çıkmış bir evliliği gören, yaratıcıları Shakespeare mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir ve komedi başlar...
İstanbul Şehir Tiyatrolarında izlediğimiz Tarla Kuşuydu Juliet ile 2011 sezonunu açtık. Ocak ayının ilk haftasında gittiğimiz oyun onca tiyatro arasında tadı damağımda kalan, defalarca izleyebileceğim harika bir oyun. Romeo ve Juliet'in mutfakta yemek yaptığı bir sahneyle başlıyor ve oyuncular oynarken aynı anda hamurdan makarna yapıyorlar ki, çoğunuzun gecenin bir yarısı eve gidip makarna yiyeceğine eminim;) Gördüğüm en teferruatlu, en zengin dekordu. Kostümler çok şekerdi.
Ellerimiz şişti alkışlamaktan, çenemiz, karnımız ağrıdı gülmekten, tek kelimeyle muhteşem bir oyundu. Müzik, ses, dekor, ışık, doğaçlamalar hepsi harikaydı. Oyunun içeriğiyle ilgili çok şey yazmayacağım, şayet ne kadar övgüde bulunsam az gelir. Gitmeyen çok şey kaybeder, mutlaka izleyin diyerek yazımı sonlandırıcam. Şimdiden iyi seyirler, bol eğlenceler
İstanbul Şehir Tiyatrolarında izlediğimiz Tarla Kuşuydu Juliet ile 2011 sezonunu açtık. Ocak ayının ilk haftasında gittiğimiz oyun onca tiyatro arasında tadı damağımda kalan, defalarca izleyebileceğim harika bir oyun. Romeo ve Juliet'in mutfakta yemek yaptığı bir sahneyle başlıyor ve oyuncular oynarken aynı anda hamurdan makarna yapıyorlar ki, çoğunuzun gecenin bir yarısı eve gidip makarna yiyeceğine eminim;) Gördüğüm en teferruatlu, en zengin dekordu. Kostümler çok şekerdi.
Ellerimiz şişti alkışlamaktan, çenemiz, karn
CABARET
Bir kabare aktristi ile Amerikalı bir yazarın kısa ömürlü aşkı ve onları kuşatan büyük toplumsal kaos. 1931 yılı, Berlin Bir yanda faşizmin tırmanışıyla süre giden huzursuzluk ve açlık; diğer yanda yalnızca eğlence ve para peşinde küçük burjuvaların kendi kabuklarındaki umursamaz yaşam. Kült müzikaller sınıfında yer alan Kabare,1972'de beyaz perdeye aktarıldığında 8 Oscar kazanmış ve "Tüm Zamanların En İyi Yüz Filmi" listesine girmiştir...konusunda yazan buydu...
Tüm dünyayı yılbaşı telaşı sarmışken bizim de izlediğimiz 2010 yılının son oyunu oldu CABARET. İstanbul Şehir Tiyatrolarında izlediğimiz bu oyun bir müzikal. Kızların dans etmek için çıktıkları daha ilk dakikalarda müzik, kostüm, makyaj, saç ve dekor için ne çok emek harcandığını farkediyorsunuz. Bazı şarkıların uzunluğuyla ilgiyi dağıtmasına rağmen, müziklerin Türkiyenin tek Tiyatro Orkestrası olan İBB Şehir Tiyatroları Orkestrası tarafından yapılması koltuğunuzda keyiflenmenizi sağlıyor. Ve Mert Turak performansı kesinlikle harikaydı, müthiş bir enerji kattı oyuna, sayesinde çok güldük,izlenir, gidin derim. *2010
Tüm dünyayı yılbaşı telaşı sarmışken bizim de izlediğimiz 2010 yılının son oyunu oldu CABARET. İstanbul Şehir Tiyatrolarında izlediğimiz bu oyun bir müzikal. Kızların dans etmek için çıktıkları daha ilk dakikalarda müzik, kostüm, makyaj, saç ve dekor için ne çok emek harcandığını farkediyorsunuz. Bazı şarkıların uzunluğuyla ilgiyi dağıtmasına rağmen, müziklerin Türkiyenin tek Tiyatro Orkestrası olan İBB Şehir Tiyatroları Orkestrası tarafından yapılması koltuğunuzda keyiflenmenizi sağlıyor. Ve Mert Turak performansı kesinlikle harikaydı, müthiş bir enerji kattı oyuna, sayesinde çok güldük,izlenir, gidin derim. *2010
72. KOĞUŞ
"Oyun 1941 yılında Türkiye’de bir cezaevinde geçiyor. Cezaevinin 72 nolu koğuşunda çeşitli suçlardan yatan “adem babaların” insanlığa özlemi anlatılıyor. Kaptan’ın, berbat’ın, kaya ali’nin, tavukçunun, leşçinin, kara’nın ve izmirlinin hayata dair düşleri, çelişkileri, aşkları ve kavgaları sürmekte olan ıı. Dünya savaşı’nın etkisinde kalan türkiye’nin toplumsal ve sosyal koşullarıyla birleşip önümüze gerçek ve çarpıcı bir hikâye sunuyor." böyle diyordu oyun tanıtımında
Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda açık havada izlediğimiz bu oyundan pek keyif almadığımı üzülerek belirtmekteyim. Oyun resmen tıkanıp kaldı, maalesef sıkıldık. Yavuz Bingölün ve Kerem Alışık'ın oyunculukları da hiç iyi değildi ne yazık ki, oyunu önemsememişler gibi bi halleri vardı. Zaten dekor fakiri olan sahnede oyuncu olarak sırıttılar. Sanki hiç provasız sadece tekse çalışarak sahneye çıkışlardı. Ne yazık ki, sık sık replik unuttular ve doğaçlama yapamadılar. Onların kimin sırası, ne söyleyecektim boşluklarından oluşan sessizliği seyircilerin oflayıp poflaması aldı. İlk perdede merdivenlerin bile dolu olduğu salondakilerin yarısı arada oyunu terketti. Buna rağmen bir zamanın gerçekleri göz önüne serilmiş. İlla Orhan Kemal yazmış, görmek isterim derseniz evinizde Türk Sineması formatını izlemenizi öneririm. Biz oyunu izledikten sonra Yavuz Bingöl, Kerem Alışık ve Hülya Avşar'ın oynadığı sineme versiyonu da yapıldı. Ama bu oyundan öyle çok sıkıldık ki, sinemada izlemeye gitmedik. Dolayısıyla ona yorum yapamayacağım
*2010
*2010
ALEVLİ GÜNLER
Komedi türündeki oyunu Irmak Bahçeci yazmış, Cem Davran, Erkan Can, Levent Üzümcü, Bahtiyar Engin ve Tuğçe Kıltaç oynuyor. “Alevli Günler”in yönetmeni Yıldıray Şahinler oyunla ilgili olarak “Madem ki İstanbul Halk Tiyatrosu’yuz, istiyoruz ki bu oyunda halkın her kesiminden, inancı, tuttuğu takım, mesleği, mevkii ne olursa olsun herkes, bu olup bitene kahkahalarla gülsün. Bizimle ve birbirleriyle birlikte. Gülmekten gözlerimizden yaş gelinceye kadar gülelim. Ve bir yerinden bir şeye başlamış olmayı dileyelim,” diyor.
*2010
Biz de gidelim görelim dedik, çok da iyi yapmışız. Konusu itibariyle çocukluklarından beri hiç ayrılmamış, biri muhasebeci, biri kasap biri de Türk Kültürü Profesörü olmuş üç iyi arkadaş, dost. içlerinden profesör olanı (Cem Davran) Lenf Kanseri olduğunu öğreniyor ve hayatları değişiyor. İnançları gereği öldükten sonra yakılmayı isteyen Şaman Profesör bunu arkadaşlarına açıklıyor ve nüfus cüzdanındaki dini 'İSLAM' ibaresinin buna engel olduğunu öğreniyor. Bunun üzerine kimliğindeki İslam'ı Şaman yahut Şamanist olarak değiştirmek için başvurduğu diyanet saygı gösterir, ama mevzuatta onun sorununu çözecek madde yoktur. Başvurduğu diğer devlet dairelerinde de başka sorunlarla ve komedilerle karşılaşıyor. Dört aylık ömrü kalan profesörün bekleyecek sabrı,zamanı kalmamıştır. Arkadaşlarına ısrarla yakılmak istediğini vasiyet etmektedir. Devlet dairelerinde sorun çözülemeden profesör ölünce sıra arkadaşlarının vicdani görevlerini yerine getirmeye başlıyor ve başından beri süren komedi bu noktadan sonra kendini katlıyor. Evet tahmin ettiğiniz gibi bu iş için önce islam usullerine göre gönülen dostlarını mezarlıktan kaçırmaları gerekiyor. Oyunun başından beri müthiş bir dekora sahip sahne mezarlığa da dönüşüyor. Ellerinde fenerleriyle seyirciler arasında gezinen oyuncularla mezar sahnesinde oyun iyice ivme kazanıyor. Cem Davran'ın izlediğim en iyi oyunu diyebiliri. Erkan Can ve Levent Üzümcü'ye lafım yok zaten. Tuğçe Kıltaç'ın olmayışından dolayı Erkan Can'ın onun yerine sekreteri canlandırdığı sahneyi unutmam mümkün değil, yanaklarım ağrıdı gülmekten. Çok çok eğlendik, çok düşündük, ellerimiz acıyana kadar ayakta alkışladık. Keşke bu kadro başka bir oyunla da karımıza çıksa da yine koşa koşa izlemeye gitsek
*2010
Biz de gidelim görelim dedik, çok da iyi yapmışız. Konusu itibariyle çocukluklarından beri hiç ayrılmamış, biri muhasebeci, biri kasap biri de Türk Kültürü Profesörü olmuş üç iyi arkadaş, dost. içlerinden profesör olanı (Cem Davran) Lenf Kanseri olduğunu öğreniyor ve hayatları değişiyor. İnançları gereği öldükten sonra yakılmayı isteyen Şaman Profesör bunu arkadaşlarına açıklıyor ve nüfus cüzdanındaki dini 'İSLAM' ibaresinin buna engel olduğunu öğreniyor. Bunun üzerine kimliğindeki İslam'ı Şaman yahut Şamanist olarak değiştirmek için başvurduğu diyanet saygı gösterir, ama mevzuatta onun sorununu çözecek madde yoktur. Başvurduğu diğer devlet dairelerinde de başka sorunlarla ve komedilerle karşılaşıyor. Dört aylık ömrü kalan profesörün bekleyecek sabrı,zamanı kalmamıştır. Arkadaşlarına ısrarla yakılmak istediğini vasiyet etmektedir. Devlet dairelerinde sorun çözülemeden profesör ölünce sıra arkadaşlarının vicdani görevlerini yerine getirmeye başlıyor ve başından beri süren komedi bu noktadan sonra kendini katlıyor. Evet tahmin ettiğiniz gibi bu iş için önce islam usullerine göre gönülen dostlarını mezarlıktan kaçırmaları gerekiyor. Oyunun başından beri müthiş bir dekora sahip sahne mezarlığa da dönüşüyor. Ellerinde fenerleriyle seyirciler arasında gezinen oyuncularla mezar sahnesinde oyun iyice ivme kazanıyor. Cem Davran'ın izlediğim en iyi oyunu diyebiliri. Erkan Can ve Levent Üzümcü'ye lafım yok zaten. Tuğçe Kıltaç'ın olmayışından dolayı Erkan Can'ın onun yerine sekreteri canlandırdığı sahneyi unutmam mümkün değil, yanaklarım ağrıdı gülmekten. Çok çok eğlendik, çok düşündük, ellerimiz acıyana kadar ayakta alkışladık. Keşke bu kadro başka bir oyunla da karımıza çıksa da yine koşa koşa izlemeye gitsek
Altı Haftada Altı Dans Dersi
Biri 68 yaşında hayattaki yalnızlığını dansla doldurmak isteyen lenf kanseri, tek başına yaşayan bir kadın, diğeri orta yaşın üzerinde yaşamında sorunlar olan bir dans öğretmeni. Önce korkuları ve incinmişliğin tedirginliğiyle birbirlerine karşı yalanla çizdikleri mutlu tabloyla başa çıkamayınca gerçekler gün yüzüne çıktı. Sevgi, şefkat, anlayış ve sanatın sıcaklığının yarattığı ortamda yüklerini bölüşerek ve dansla hafiflettiler. Bunu yaparken adından da anlaşılacağı üzere altı farklı dans türünü sergilediler. Müzikler ve her dansa uygun kostümler harikaydı. Ortama müthiş bir enerji hakimdi. Beden dilinin de kullanılması gereken bu roller profesyonel dansçılara taş çıkaracak cinstendi. Nevra Serezli ve Cihan Ünal'ın yaşları da göz önünde tutulursa performans şahaneydi. İkilinin oyunculuklarına yorum dahi yapmıyorum,şayet haddim değildir. Yer yer dramatik, çoğunlukla eğlendirici, komik diyaloglarıyla çok güzel bir seyirlik, danslı, keyifli bir oyun izlemek isteyenlere önerilir...
*2010
*2010
28 Kasım 2011 Pazartesi
KONÇERTODA DOĞAN AŞK
Tüm ruhlarıyla, insanın içini titretiyor, duygudan duyguya sürüklüyor, ölümsüz eserler verme amacına beraber hizmet ediyorlardı. Notayla doğup, benzer duraklarda esler veriyor, aynı notaya karşılık gelen yedi susma biçimini aynı maharetle gerçekleştiriyorlardı. Tefken Filarmoni Orkestrası’nda notaların aynı portrede buluşmasıyla başlamıştı aşkları. Yağmurlu bir İstanbul akşamı Kemançe Konçertosu’nda icra ederken tanışmışlardı. Önce kemançe görmüştü kemanı, öylesine güzeldi ki. Sapı, yanlıkları, alt tablası kelebek ağacındandı, hem de en hareli olanından. Harelerin uyumu kıskandıracak güzellikteydi. Ses tablası ladin ve köprüsü yine kelebek ağacındandı, ama bu sefer pullu olanlarından. Damla sakızıyla cilalanmış, pırıl pırıl parlıyordu. Duruşuyla, bakışıyla asil bir hanım efendinin ellerindeki yay akıp giderken, kemanın sesi zirvelere çıkıyor, birbiri ardına hamlelerle kulakları, gözleri ve ruhu büyülüyordu. Duyanı alıp götürüyordu. Bazen mum ışığında romantik bir akşam yemeğine davet ediyor, bazen Paris’in ışıl ışıl gecelerinden birinde Eyfel Kulesi’nde sıcacık dudakların kenarına ıslak bir öpücük kondurtuyor, bazen de gün batımında Venedik sandallarında üşümüş ellerin sıcacık bedenlerine sarılmasıyla aşka davet ediyordu. Yağmur altında yürüyüşler yaptırıyor, yıldızları saydırıyor, papatyalar toplatıyor, hatta evlenme teklif ettiriyordu. Ritimlerinin götürdüğü anıların, getirdiği hayallerin bilinçli gururunu omuzları daha bir dikleşiyor, yayları daha bir gerginleşiyor, tüm ihtişamıyla müziğin o eşsiz güzelliğini yaratıyordu.
Kemançe, metini çok duyduğu, aşıklar enstrümanı olarak bildiği kemanı ilk görüşte aşık olmuştu. Kendisi de yağsız selvi ağacının, düzgün damarlı, budaksız olanından yapılmıştı. Kusursuz bir cilası vardı. Keman bir genç kız edasında güzel ve çekiciyse kemançe de yakışıklı ve havalıydı yani. Tırnak kemane, klasik keman olarak da adlandırılan kemançe, perdesiz ve tırnak ile çalınan kemençe sesiyle hiçbir benzerliği olmayan bir çalgıdıydı. İcrası çok zordu ve uzun yıllar çalışmayı gerektirirdi. Tırnaklar, tellere soldan değdirilerek notalara ulaşılıyordu. Perdelere sol el ile basılıp, yay sağ el ile tutuluyor; diz üstünde ya da iki diz arasına alınarak çalınabiliyordu. Şu an onu dizleri arasında kemançeyi sabit tutup, yay açısını değiştirerek teller ile teması sağlayan bakımlı, duygulu ve yürekli bir gönül adamının ellerindeydi. Tüm yeteneğiyle ve tüm güzelliğiyle sadece keman için harikalar yaratıyordu. Her detayı farklı bir mana taşıyan rüyalar gibiydi, yüreği titretiyordu. Gözleri kemanda, ruhu yayı tutan ellere ilham olmuş bir şekilde coştukça coşuyordu. Dans edercesine özenli ve keyifliydi. Gözlerine bakıp, kokusunu hayal ederken başı dönüyor, başı dönüp heyecanlandıkça sanki şahlanıyor, daha bir duygu katıyordu müziğine. Göklere çıkarıp zirveye ulaştırdığı notalarını, süzülerek iniş yapan martı misali kademe kademe hafif bir ritme indi. Diğer kemanlara, orkestraya göz attı. Kemanına başka bakan var mıydı kontrol etmek istedi. Şimdiden sahiplenmişti. Piyanoyla göz göze geldiler, hafif gülümseyerek başını salladı piyano tüm yıllanmışlığıyla şahit olmuştu onayladığı her halinden belli aşkıma. Başını çevirdi tam kemana çapkın bir bakış atacaktı ki, kemanın da kendisine baktığını gördü. İşte olmuştu, uzun kirpiklerini süzerek alımlı alımlı, manidar manidar göz süzüyordu keman. Ritmini iyice düşürdü, kemançe doruklara çıkmayı bırakıp daha romantik, daha duygusal sesleniyordu. Ruhuna hitap ediyordu kemanın. Orkestra şefinin bitiş hareketiyle, bir alkış koptu, takdir edilmenin ve emeğe saygının, hayranlığın verdiği bir edayla, mütevazi bir gururla eğilip selamladılar. Kalın, bordo perdeler bir ihtiyarın yürüyüşü gibi nazlı nazlı, ama toz kaldırarak kapandılar. Işıkların da etkisiyle iyice sıcak olmuştu salon. Alkışların durması, perdenin kapanmasıyla beraber bir korku ve tedirginlik başladı kemançede. Şimdi ne olacaktı? Ne güzel bakışıp, kur yapıyorlardı birbirlerine. Hiç zamanı değildi ayrılmanın, bitirmenin diye içten içe yakınırken kendisini çalan ‘kemani’ adam, emin adımlarla aşık olduğu kemanı çalan o zarif kadına doğru, sevdalandığı kemana doğru yürüyordu. Yakınlaştıkça daha da güzel görünüyordu keman, aşkı katmerlendi, kalbi yerinden çıkacak gibiydi, en büyük konserlerde bile bu kadar heyecanlanmamıştı. İşte durdu, yan yanalardı. Adam, kadına “aşağıda bir kahve içelim mi?” diye sordu. Kemançe artık ne olacağını kestiremiyor, hiçbir şey düşünemiyordu, gözleri kemanda öylece durdu. Kahve teklifi biraz utanarak ama daha çok memnuniyetle kabul edilince kemanla kemançeyi kılıflarına bile koymadan, birbirlerine temas edecek şekilde yan yana bıraktılar ve gittiler. Keman ve kemançe elma şekerini yiyen bir çocuğun aldığı masumane hazla, aşk sözlüğünü kurcalarken, anlaşılan o ki, bu konçerto da doğan tek aşk onlarınki değildi…
AYŞEN BOZKUŞ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)