29 Kasım 2011 Salı

DUVARDAKİ BEBEK

Okuyacağınız bu öykü bana bir buhran döneminin hediyesidir


Mutfaktaki duvarın dibine çektiği sandalyesine oturup, ayaklarını kalorifer peteğine uzattı. Gözlerini kirli krem tonunda boyalı duvara dikti. Arada bir üst üste attığı ayaklarını sallıyor, duvardaki boyanın dalgalarından, çatlaklarından resimler çiziyordu. Çocukken de banyo fayanslarının arasındaki derzleri bir şeylere benzetir, onlara hikayeler uydururdu. Donuk bakışlarıyla birleştirdiği çizgilerden mini minnacık bir ayak çizdi duvara. Sonra küçücük parmaklarıyla bir el, yakın ebatlarda yuvarlak bir baş. Parçaları birleştirince kundakta bir bebeğe ulaştı. Bir emzik oluşturdu yandaki çatlaklardan ama bebeğe çok uzak kalmıştı bu yalancı meme. Birden ağlamaya başladı bebek, eli kolu bağlı, o beyaz bezle sarılıydı. Uzanamıyordu, karnını doyuramayacağını bildiği halde ısrarla emmek istediği emziğe. Uzanmak istedikçe ağladı, ağladıkça uzanmak istedi ama başaramadı. Duvardaki bebek ağladı, onu çizen bakışların sahibi kadın ağladı. Keyifle salladığı ayağı sabitti artık, bebek sabitti, sabit olmayan tek şey göz yaşlarıydı. Bebek sussa bile onun göz yaşları hiçbir zaman durmayacaktı. Ayaklarını topladı,  peteğin üzerindeki çizgiler topuğunda iz yapmıştı, hatta biraz da canı yanmıştı, ayağı da uyuşmuştu ama hiç umurunda değildi. Uzandı avuçları duvardaki bebeğe, kollarına aldı. Önce kefene benzeyen kundağı çözdü, minicik ellerini, ayalarını serbest bıraktı. Onun için aldığı tulumu giydirdi. Paketinden yeni çıkardığı battaniyeyle sardı, sıkmadan sadece üşümesin diye. Çözdüğü kundağı yere serdi, üzerine oturdu. Sırtını yanmayan soğuk kalorifer peteğine dayadı. Yanına iri bir bardak su aldı. Öyle diyordu doktorlar, emziren anneler bol su içmeliydi. O içtikçe sütü arttı, sütü arttıkça bebek emdi, emdi, emdi. Emerken göz kapakları ağırlaştı, süt kokusu eşliğinde ağzında yarım tuttuğu meme ucuyla uyuya kaldı. Kadın yavaşça çekti göğsünü, bebeğin üçgen dudakları arasından. Emerken terleyen saçlarını okşadı. Göğüs hizasına kaldırıp kokladı, bebeklerin kendine has kokusunu oksijen gibi çekti içine. Minicik bir buse kondurdu pembe yanağına. Üstüne oturduğu kundağı aldı, tekrar beyaz kumaşlara sardı. Ayağa kalktı, bebeği duvardaki yerine koyarken, hala o günkü ninni vardı dudaklarında. Bayılmadan, bebeği ondan alınmadan önce karnını okşarken söylediği ninniyi mırıldanıyordu. Kürtajdan çıktığında, narkoz etkisini henüz üzerinden atamamışken de o ninni dilindeydi. Tekrar aynı sandalyeye oturdu, yüzünü duvara döndü. Radyoda sevdiği şarkı çıktığında yaptığı gibi sesini yükseltti, uğurlama merasiminde gibiydi. Sonra uykusundaki bebeğini izlemeye başladı. Bir saate kadar acıkıp uyanırdı. Bu sefer altını da değiştirmek gerekirdi. Bir sonraki uyku saatine kadar da masal anlatırdı. Bir yelkovanla akrep çizdi duvarda. Geri sayım başladı elli sekiz dakika kalmıştı uyanmasına. Yavaş yavaş ritmini de volümünü de düşürdü ninninin. Artık sadece içindeki kadın söylüyordu ninniyi, içli içli ağlamaklı…
AYŞEN ILGIN

3 yorum:

  1. Öncelikle tebrikler Ayşen. Çok hoş bir çalışma olmuş. İstenen etkiyi uyandırması bakımından öykünün kısa oluşu harika bir seçim. Az ve öz kelimelerle derin anlatımları olanlar ayrıca tebrik edilmeli. Buna benzer öykülerin devamı gelirse tamamını elimize alıp okumamız yakın gibi görünüyor. Bol okuma ve yazmalı günler

    YanıtlaSil
  2. Konçertoyu okurken de böyle olmuştum, ilk başta algıda güçlük çekmiş, tam bitirirken de keyif konusunda zirveye çıkmıştım. Bu inişlerin çıkışların hoş oluyor. Çok güzeldi öykün, sağ olasın Ayşen.

    YanıtlaSil
  3. ikinize de çok teşekkür ederim, gayet çekinerek eklediğim hikayemin beğeni kazanması gururumu, kalemimi okşadı. Bir şeyler yapmaya, hayal dünyamı ve gözlem gücümü kelimelere dönüştürmeye çalışıyorum. Benimki de bir nevi simya yani;)

    YanıtlaSil